SON DAKİKA

Haber Ekspress

Akşener: Ayasofya ibadete açılsın, ama siyasete kapatılsın

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün yaptığı grup toplantısında hükumete ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sert sözlerle yüklendi.

Akşener: Ayasofya ibadete açılsın, ama siyasete kapatılsın
Bu haber 14 Temmuz 2020 - 14:02 'de eklendi.

 

İYİ PARTİ GENEL BAŞKANI MERAL AKŞENER’İN GRUP TOPLANTISI KONUŞMA METNİ:

Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Konuşmamın başında; Ermenistan’ın, can Azerbaycanımıza yaptığı saldırıda şehit düşen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Haklı davalarında her zaman yanlarındayız, yanlarında olmaya da devam edeceğiz. İktidardan da, bu zor zamanlarında, kardeşlerimizin yanında durma iradesini göstermelerini bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri;

Sakarya’da, havai fişek fabrikasındaki patlamada kaybettiğimiz emekçilerimizin yasını tutarken, bilinçsizlik, plansızlık nedeniyle, 5 gün önce yaşanan ikinci bir patlamada, şehit verdiğimiz askerlerimize kahrolduk.

Ruhları şad olsun. Allah, ailelerine, sevdiklerine sabır versin. Milletimizin başı sağ olsun.

Türkiye’yi maalesef, insan hayatını önemsemeyen, ciddiyetsiz bir anlayış yönetiyor. Bu anlayışın neden olduğu; daha önce Soma’da, İstanbul’da, Pamukova’da, Çorlu’da şahit olduğumuz, nice insanımızın canına mal olan, sorumsuzluklar zinciri devam ediyor.

Daha önceki acılarda yaptıkları gibi yine, sanki böyle bir acı hiç yaşanmamış gibi davrandılar.  Olayı geçiştirdiler. Gerekli tedbirlerin alınıp, öyle imha edilmesi gerekirken, patlama olmuş, yangın çıkmış bir fabrika enkazına evlatlarımızı gönderdiler. Mehmetçiğe, enkazdan çıkan patlayıcıları, o sıcak havada taşıma görevi verdiler.

Ne zaman akıllanacaksınız? Böyle sorumsuzluk olur mu? Böyle ciddiyetsizlik olur mu? O çocukların hesabını kim verecek? Şehitlerimizin ailelerinin yüzüne nasıl bakacaksınız?

Bu olay hiç yaşanmamış gibi davranamazsınız. Evlatlarımızı tehlikeye atanları bulun, hesabını sorun. Siz sormazsanız, günü geldiğinde biz sormasını biliriz.

Aziz milletim;

Türkiye bu hafta önemli bir gelişmeye sahne oldu. Sultan Mehmet Han’ın emaneti Ayasofya, artık tamamen ibadete açılacak. Milletimizin bir beklentisi yerine getirildi. Hayırlı olsun. Hayırlı olsun ama işin daha en başında yaptığım bir uyarıyı tekrarlama ihtiyacı hissediyorum; Ayasofya ibadete açılsın, ama siyasete kapatılsın.

Biliyorsunuz; Sayın Erdoğan, Danıştay’ın kararından sonra ekranlara çıktı ve bir konuşma yaptı. Bekledim ki; Milletimizden gelen talep ve beklentiyi, siyasetin her kanadından gelen desteği, sağduyuyla ve birleştiren bir dille karşılasın.

Yine yapamadı. Kavgadan beslenen bir ruh haliyle, Cumhuriyetle bitmeyen kavgasının dışa vurumu niteliğinde, birleştiren değil, yine ayrıştıran bir konuşma yaptı.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak değil, yine AK Parti Genel Başkanı olarak karşımızdaydı… Yine olmadı, yine yakışmadı…

Çıktı, utanmadan, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhurbaşkanlığı döneminde alınan kararı, hem hukuki bir hata, hem de ihanet olarak tanımladı.

Kendine gel Sayın Erdoğan! Ağzından çıkanı kulağın duysun.

19 Kasım 1936 tarihinde düzenlenen tapu evrakında, Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesinden sonra, yeni Türk devletinin kayıtlarına Ayasofya’yı, Cami-i Şerif olarak tescil eden ikinci kişi, o beğenmediğin Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Bu gerçek ortadayken, öyle hukuki hatadan söz etmek, daha da ötesi, utanmadan tarihe ihanet yakıştırması yapmak, makamı ne olursa olsun, kimsenin haddi değildir.

Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki fatihi Sultan Mehmet Han; Cumhuriyet dönemindeki fatihi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Topu, gereksiz yere idari yargıya atıp, oradan çıkan kararla, kendini Ayasofya fatihi ilan etmeye kalkmak ise, acizliktir, kendini gülünç duruma düşürmektir.

Sayın Erdoğan;

Milletimizin talebiydi, partiler destek oldu, yargı karar çıkardı, iş bitti. Bütün bunları yapabilme imkanını da, Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet verdi. Mesele bundan ibaret. Tarihini bilerek konuş. Makamının farkındalığıyla konuş.

Değerli milletvekilleri,

Demem o ki; kimse, bu güzel kararı kirletmesin. Kimse, Ayasofya üzerinden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına kin kusmaya kalkmasın.

Çünkü onlar olmasaydı, tapusunda Türk Devletinin mührü bulunan ve Cami yazan bir Ayasofya’mız olamazdı. Hatta, onlar olmasaydı, Türkiye genelindeki 84.684 camimiz de olamazdı.

Bu işler yapılırken, tarihi gerçeklere ve kimseyi incitmemeye özen göstermek gerekir. Devlet insanı olmak da, Cumhurbaşkanlığı makamı da bunu gerektirir.

Allah aşkına; sokakta Ayasofya kararı üzerinden kavga eden tek bir Allah’ın kulunu gördünüz mü? Birbirine hakaret eden tek bir vatandaşımız var mı? Yok.

O halde, niye böyle bir birlikteliği kirletip de, devletin zirvesinde, sanki “Kavga varmış” gibi pozlar veriyorsunuz? Milleti birbirine düşürmeye çalışmaktan hala bıkmadınız mı?

Aziz Milletim;

Önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum: Biliyorsunuz, Ayasofya’nın ibadete açılması gündeme geldiğinde, sağlam adımlar atılabilsin diye, İYİ Parti olarak bir araştırma önergesi verdik. Önergemiz, AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.

Birçok ülkeden gelen tepkiler üzerine, saray sözcüsü, batı medyasına bir açıklama yaptı ve dedi ki; “Ayasofya kararı, muhalefet partileriyle birlikte alındı.”

Öncelikle; kararı siyaset değil, yargı aldı. Ama devlet aklıyla verdiğimiz önergeye “hayır” dememişler gibi, şimdi de, desteğimizi kendilerine ekran koruyucu yapıyorlar…

Her zamanki gibi yardım eline tükürmemişler gibi, şimdi de tükürdüklerini yalıyorlar…

Verdiğimiz önerge işte bu nedenle önemliydi. Dışarıdan gelebilecek tepkilere, ülke olarak ortak bir akıl ve ortak bir dille cevap verebilelim, bunun üzerine çalışalım diye verdik.

Yani istedik ki, Türk siyaseti, muhtemel tepkilere karşı ağız birliği edebilsin. Böylece daha etkili ve güçlü bir karşılık verebilelim.

Sultan Mehmet Han fethetmiş, Mustafa Kemal Atatürk tapusunu Cami olarak işletmiş, buna artık kim karışabilir?

Ama devlet değil, çiftlik yönettiklerini sandıkları için, gelen tepkilere bulabildikleri tek cevap, “Ama muhalefet de istedi…” oluyor.

İçeride, sanki muhalefet karşı çıkmış gibi, kavga çıkarmaya çalışıyorlar, ama sonra gidip Batı’ya “Muhalefet de istedi” diyorlar.

Çapları işte bu kadar. Samimiyetleri işte bu kadar.

İYİ Parti, reddettiğiniz o önergeyle ne yapmak istiyormuş şimdi anladınız mı? Devlet yönetmek, bazen ileriyi görüp hazırlanmayı gerektiriyormuş, şimdi anladınız mı?

Bu vesileyle, Sayın Erdoğan’a bir çağrı yapmak istiyorum; Adana Milletvekilimiz Sayın İsmail Koncuk Bey’in başvurusu üzerine, aynı Danıştay’ın iki yıl önce aldığı bir başka karar daha var. Deniyor ki; “Andımız okullarda tekrar okutulsun.”

Eğer iddia ettiğiniz gibi yerli ve milliyseniz, eğer Danıştay kararları konusunda bu kadar hassassanız, eğer muhalefetin taleplerine bu kadar duyarlıysanız, bu kararı da hemen uygulamaya koyun. Evlatlarımızın “Türk’üm” demesinden korkmayın. Aksine, siz de korktukları şey olun, Türk olun…

Aziz milletim, değerli milletvekilleri;

Tüm bunlar olurken, bir başka idare mahkemesinde devam eden bir başka dava daha var…

İstanbul 10’uncu idare mahkemesi, Sayın Erdoğan’ın çılgınlığı olan Kanal İstanbul’la ilgili, daha iki ay önce “Bilirkişi raporu” istedi.

Yani dedi ki; “Bu işin uzmanları çalışsın ve bize gerçeği anlatsın. Ona göre karar vereceğiz.”

Yargıya saygı duyan birinin ne yapması gerekir? Kararı beklemesi gerekir. Ama Sayın Erdoğan ne yapıyor? Yargı sürecini görmezden gelip, saman altından su yürütmeye devam ediyor…

Kanal İstanbul çılgınlığındaki rant öyle bir gözlerini bürümüş ki, ne mahkeme tanıyorlar, ne hukuk tanıyorlar…

Dava devam ederken, 100 binlik planlar devreye alındı. Şimdi de 5 binlik ve binlik planlar askıya çıkarıldı. 30 milyon metrekarelik arazinin satışı yapıldı. İhaleler sessiz sedasız yürütülmeye devam ediyor…

Ayasofya Fatih’in emaneti denirken, İstanbul’un da Fatih’in emaneti olduğu unutulup,

yine o beş müteahhide rant yaratma peşinde koşuluyor.

Hayırdır Sayın Erdoğan? Nedir bu telaşın? Yargı kararını işine geldiğinde alkışlayıp, işine gelmediğinde yok sayıyorsun. Nedir bu hukuk tanımazlığın? Nedir bu rant iştahın?

İstanbul’un su kaynaklarının 3’te birini yok edeceksin, farkında mısın? Tarım arazilerini betona gömeceksin, farkında mısın? Millete 75 milyar lira diyorsun ama, bu yoklukta, bu dar günlerde, aziz milletimizin hazinesinden yüzlerce milyar lirayı, bir çılgınlığa heba edeceksin, farkında mısın?

Elbette farkında! Farkında ama hala betona gömdüğü ve “İhanet ettik” dediği İstanbul’a, göz göre göre ihanet etmeye devam ediyor.

Aziz milletim;

Mesele rant olunca, mesele beton olunca gözünü, kulağını dört açan iktidar, mesele insan olunca görmüyor, duymuyor, söylemiyor.

Mesele, yağmalamak, milletin hazinesini çarçur etmek olunca, iştahı kabaran iktidar, mesele, vatandaşının acıları, dertleri olunca, görmüyor, duymuyor, söylemiyor.

Mesele kendinden olanı kollayıp, zengin etmek olunca, sınır tanımayan iktidar, mesele, kadınlarımızın çektikleri olunca, üç maymunu oynuyor.

Mesela, 39 yaşındaki Emine. Kardeşlerine hem abla, hem de anne olan Emine. Eşinden ayrıldıktan sonra, bir yandan üniversite okuyan, bir yandan da çalışıp, çocuğuna bakan Emine. Kimseye boyun eğmeyen Emine. Evladı; “Anne lütfen ölme.” diye feryat eden Emine. Evladının gözleri önünde, bir kadının canına kıyacak kadar alçak bir adam, Emine’nin canına kıydı. Ama iktidardakiler Emine Bulut’u, bir köprüyü konuştukları kadar konuşmadılar.

Mesela, 31 yaşındaki Fatma. Eşini kaybettikten sonra, 3 çocuğuyla yaşam mücadelesi veren Fatma. İki işte birden çalışıp, evlatlarının nafakasını çıkaran Fatma. Kanserin bile, yüzündeki tebessümü solduramadığı Fatma. İş arkadaşı tarafından öldürüldü. Ama iktidardakiler Fatma Şengül’ü, bir otoyolu konuştukları kadar konuşmadılar.

Mesela, 17 yaşında evlendirilen Rabia. Hamile kalınca okulunu bırakmak zorunda kalan, çocuk Rabia. Herkese güvenen, altın kalpli Rabia. Çocuğunu göstereceğini söyleyen eski eşine de inandı ve pusuya düşürülerek öldürüldü. Ama iktidardakiler Rabia Tümkaya’yı, kanal çılgınlığını konuştukları kadar konuşmadılar.

Konu rant olunca, konu beton olunca, konu üç-beş kodaman olunca, konu bezirgan saltanatı olunca, hesap makinesiz hesap yapabilenler, kadına dair hesabı hiç yapmadılar…

Türkiye’de sadece geçen yıl, 474 kadın öldürüldü. İktidarlarının son 10 yılındaysa, Türkiye’de 3 bine yakın kadın öldürüldü. İçlerinden biri çıkmış, “Ak Parti’den önce kadının adı yoktu” diyor. Kadının adı, bu kadar cinayetle konacaksa, konmaz olsun.

Ceren’ler, Gamze’ler, Emine’ler, Fatma’lar, Rabia’lar ve daha niceleri… Öldürülen kadınlarımız. Şiddet gören kadınlarımız. Çocuk yaşta evlendirilen kızlarımız. İşyerlerinde, evlerde tacize uğrayan, “Namusuna boğulup susan” kadınlarımız.

Nazım Hikmet’in tarifiyle; “Sofradaki yeri, öküzümüzden sonra gelen kadınlar, bizim kadınlarımız.”

Şurada konuştuğum süre boyunca bile, Türkiye’nin dört bir yanında ne acılar yaşanıyor, ne canlar yakılıyor, ne yürekler kanıyor, umurlarında bile değil…

Acılar yaşandıktan sonra konuşmalar yapmak, nutuklar atmak yetmiyor. Gereğini yapacak, kadına kalkan o eli kıracaksınız. Gereğini öyle bir yapacaksınız ki, kadına musallat olmaya kalkan, bir daha düşünecek.

İktidar olmak, işte böyle bir bilinç, böyle bir irade gerektirir. İktidar olmak, kadını korumayı, çocuğun üstüne titremeyi gerektirir. Çünkü; kadının huzursuz, çocuğun mutsuz olduğu ülkede, herkes huzursuz olur, herkes mutsuz olur…

Ama Türkiye’yi yönetenler, bırakın gereğini yapmayı, mağdur olana “Sus otur” demeye bile cüret ediyorlar.

Bir kardeşimiz, Diyanet’e telefon açıyor ve soruyor; “Eşim beni dövüyor. Ne yapayım?” diyor.

Hutbelerinde, haramdan, hırsızlıktan, milletin hazinesine el uzatmanın günahından bahsedemeyen bu dönemin diyaneti, “Alttan al, ‘bir daha yapmayacağım’ de, sus otur” diyor.

“Hanımını döven, Allah’a ve Resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum” diyen Peygamber Efendimiz’den bahsetmiyor.

Aslında insanlık utanıyor, ama bunlar utanmıyor…

Aziz Milletim, değerli milletvekilleri;

İşte bu nedenle, bugün Milletin Kürsüsü’nün sahibi, kadınlarımız olacak. Hala ve inatla duymazdan gelinen, cefakar kadınlarımız…

Bugün kürsüye, boşandığı eşinden şiddet gören bir kardeşimiz gelecek. Yaşadıklarından sonra, bir hukukçu olarak meslektaşlarına, “Tutuklama tedbiri ben öldükten sonra mı uygulanacak” diye soran avukat Ezgi Ulugün kardeşim sizlere seslenecek. Buyurun Ezgi Hanım, kürsü sizindir.

Teşekkürler Ezgi kardeşim…

Yol arkadaşlarım;

Tablo bu. Kadınlarımızın acıları her geçen gün büyüyor. Ama onlar, çözüm üretmek yerine, üzerine bir de tüy dikiyorlar ve İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzalarını geri çekmeyi konuşuyorlar. Kırk yılın başı doğru bir iş yaptılar, şimdi ondan da vazgeçiyorlar.

Buradan sormak isterim;

Kadınlarımızın durumu ortadayken, yapılacak daha çok şey varken, neden geri adım atıyorsunuz? İstanbul Sözleşmesi’nin nesinden rahatsızsınız?

İstanbul Sözleşmesi diyor ki;

“Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı önlemek için, gerekli yasal tedbirler alınmalıdır.”

Bundan mı rahatsızsınız?

İstanbul Sözleşmesi diyor ki;

“Devlet, kadına şiddeti önleyecek, etkili ve kapsamlı politikalar geliştirmelidir.”

Bundan mı rahatsızsınız?

İstanbul Sözleşmesi diyor ki;

“Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için, gerekli finansman ve insan kaynağı sağlanmalıdır.”

Bundan mı rahatsızsınız?

Sözleşme diyor ki;

“Kadının, erkeklerden daha aşağıda olduğuna dair önyargılarla, mücadele edilmelidir.”

Bundan mı rahatsızsınız?

Allah’ın huzurundaki gibi eşit olmaktan mı rahatsızsınız? Yoksa, insan olmaktan mı rahatsızsınız?

Sizde itiraf edecek cesaret olmadığı için, cevabı ben vereyim.

Sizi rahatsız eden, korkaklığınızdır.

Sizi rahatsız eden, acizliğinizdir.

Sizi rahatsız eden, komplekslerinizdir.

Sizi rahatsız eden, ikiyüzlülüğünüzdür.

Hepiniz bilin ki, İstanbul Sözleşmesi, kadınlarımız için kıymetlidir ve bu sözleşmeyi, özgüveni gelişmemiş birkaç korkağa ezdirmeyiz, ezdirmeyeceğiz.

Aziz milletim;

Kadınlarımızın tek sorunu şiddet değil. İş hayatında yaşadıkları da, en az şiddet kadar önemli bir mesele. İktidarın başı ve kadroları, her fırsatta, kadınların son 18 yıldaki kazanımlarını anlatadursunlar, maalesef gerçekler çok başka…

Gerçek şu:

Türkiye, hala kadınların iş hayatına katılımında, dünyanın çok gerisinde. Her üç kadınımızdan, yalnızca biri işgücüne katılabiliyor.

Gerçek şu:

Yalnızca son birkaç yılda, sayısı 2 milyona dayanan, “üniversite mezunu ev hanımı” yarattık.

Gerçek şu:

İşgücüne katılmayan, üniversite mezunu kadın ve erkekler arasındaki fark, son 20 yılda, 25 binden 800 bine çıktı. Yani tam 32 kat arttı.

Yapılan tüm çalışmalar gösteriyor ki,

Kadın iş bulamıyor. Hadi buldu diyelim, erkek kadar kazanamıyor. Hadi kazandı diyelim, işinde bir erkek gibi yükselemiyor.

Kadınlarda kayıt dışılık oranı, erkeklerin neredeyse 1,5 katı. Kadın girişimci sayımız, yıllardır olduğu yerde sayıyor. Avrupa’daki her 3 işletme sahibinden biri kadınken, Türkiye’de bu oran 10’da bir.

21’inci yüz yıl Türkiye’sinde kadının durumu işte bu. Oysa aynı Türkiye, geçen yüzyılın başında, kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren ilk ülkelerden biriydi. Cumhuriyeti kuranların vizyonuyla, mirasyedilerin çapsızlığı arasındaki fark işte bu.

Şimdi soruyorum sizlere:

Madem yuvayı dişi kuş yapıyor; kadının emeğinden, kadının üretim gücünden yoksun olduğumuz şu tabloda, yuvamızı, Türkiye’mizi güçlü kılabilir miyiz? Türkiye’yi gelişmiş, refah içinde yaşayan bir ülke haline getirebilir miyiz?

Bir kadın olarak söz veriyorum;

İnşallah görevi devraldığımızda, kadınlarımızı ekonomik hayattan uzaklaştıran tüm sorunları, teker teker ortadan kaldıracağız.

Çocuk sahibi kadınların, iş hayatına uyumlarını kolaylaştıracak, sosyal destek programlarının kapsamını genişleteceğiz.

Lafta kalmayacak. Kadınlarımıza her alanda pozitif ayrımcılık yaparak, aradaki uçurumu kapatacağız.

İYİ Parti iktidarında, Türkiye’de kadınlarımızın çektikleri eziyet değil, kadınlarımızın dünya çapındaki başarıları konuşulacak. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Değerli dava arkadaşlarım;

Siyaset, bir “öncelik” meselesidir.

Önceliğin, kadınlar mı, gençler mi, millet mi; yoksa, eş, dost, akraba ve o beş müteahhit mi olduğu meselesidir.

Önceliğin, üretim, bilim ve teknoloji mi, yoksa rant ve beton mu olduğu meselesidir.

Önceliğin, milletin gerçekleri mi, yoksa sarayın yalanları mı olduğu meselesidir.

Önceliğin, Türkiye’nin geleceği mi, yoksa koltukların geleceği mi olduğu meselesidir.

Maalesef Sayın Erdoğan, gerçeklerle bağını artık koparmış durumda. Siyasetin işi, insanımızın hayatını kolaylaştırmakken, Sayın Erdoğan işi gücü bırakmış, her gün yeni polemikler icat etmekle meşgul…

Baro diyor, darbe diyor, seçim yasası diyor, Ayasofya diyor. Diyor da diyor…

Bir türlü mutfağa gelemiyor. Bir türlü kuşa dönmüş maaşlara gelemiyor. Bir türlü iş bulamayan gençlere gelemiyor. Bir türlü perişan haldeki esnafa, emekliye gelemiyor.

Gelemez, çünkü kaçıyor…

Çünkü gelirse, gerçek Türkiye’yle karşılaşacak, ondan kaçıyor. Çünkü gelirse, milletin gerçek gündemine verecek cevabı yok, ondan kaçıyor. Çünkü gelirse, vatandaşının gözünün içine bakacak yüzü yok, ondan kaçıyor.

Az önce anlattım.

Sanki aksini söyleyen varmış gibi; “Ayasofya egemenlik hakkımızdır” diyor. Doğrudur; Ayasofya Türkiye Cumhuriyeti’nin tasarrufudur ve milletimizin bu yönde bir arzusu, isteği vardır. Amenna.

Ama Sayın Erdoğan;

Bu ülkede, asgari ücretlinin geçinemiyor olması da, bir egemenlik meselesidir. İşsizlerin iş bulma hakkı da, bir egemenlik meselesidir. Konuşma ve basın özgürlüğü de, bir egemenlik meselesidir. Gençlerin yarınlardan korkması, geleceğe dair tüm umutlarını kaybetmeleri de, bir egemenlik meselesidir. Bu ülkenin derelerinin, göllerinin, denizlerinin kirletilmesi de, bir egemenlik meselesidir. Güzelim ormanlarımızın yakılması, topraklarımızın satılması, peşkeş çekilmesi de, bir egemenlik meselesidir.

Zaten 550 senedir bizim olanın, paketlenip tekrar bize satılmasıysa, başka bir meseledir Sayın Erdoğan!

Egemenlik, senin ve sarayının değil; işsizlikten, pahalılıktan beli bükülmüş vatandaşın refahı demektir.

Egemenlik, eşinin dostunun değil; milletinin mutluluğu, neşesi ve sağlığı demektir.

Egemenlik, “müteahhidi yaşat ki iktidarın yaşasın” değil; “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” demektir.

Sayın Erdoğan, gerçeklerden koptun, milletinden uzaklaştın. Yandaşını değil, milleti gör artık. Saray danışmanlarının değil, milletin sesine kulak ver artık. Müteahhitlerinin değil, milletin derdiyle dertlen artık.

Aziz milletim;

Biz, Türkiye’nin tüm enerjisini tüketen, insanımızın umudunu karartan, bu anlamsız gerginliğin bitmesini istiyoruz. Biz, siyasette çözüm yollarının tartışılmasını istiyoruz. Ve biz, Türkiye’nin her sorununa ortak akılla çözüm bulunacağına inanıyoruz.

Bizim hayalimizdeki Türkiye’de, kavga eden iktidar ve muhalefet yok. Tam tersine, ülkesi için bir arada çalışan iktidar ve muhalefet var. Bizim hayalimizdeki Türkiye’de, işsizlik yok, fakirlik yok, bolluk var, refah var. Bizim hayalimizdeki Türkiye’de, kayırılan yandaşlar yok, liyakat var, adalet var.

Biz bu hayale;

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz.

Partili Cumhurbaşkanlığı, çözümsüz tartışmaların, hakaret dışında bir şey üretmeyen kısır siyasetin, israfın ve hukuksuzluğun sistemidir.

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ise, Türkiye’nin ortak akılla yönetilmesi ve kalkınması projesidir. Demokratik Cumhuriyet, Konuşan Türkiye projesidir.

Değerli dava arkadaşlarım;

Biz bu projeyi mutlaka hayata geçireceğiz. Çünkü milletimizin, en iyiyi, en doğruyu hak ettiğine inanıyoruz.

Çünkü bizim milletimiz, öyle bir millettir ki;

Yeri geldiğinde her türlü fedakarlığı yapar. Devleti için, ülkesi için gözünü budaktan esirgemez.

İşte, yarın 15 Temmuz…

Dört yıl önce, ülkemizin başına çorap örmek isteyen bir çetenin kalkışmasının yıldönümü. Bu vesileyle demokrasi şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimize sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.

Bugün, iktidarın unuttuğu bu aziz millet, o gün, istiklal ve istikbali için canını ortaya koydu. Akif’in dizelerindeki gerçeği, tüm dünyaya bir kez daha ispatladı;

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz, dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz!”

Devr-i iktidarlarında, Türk’ün devletini terör örgütüne teslim edenlere, yazıklar olsun. Ve o devleti, sokaktan toplayıp getiren bu aziz millete, bir defa değil, bin defa selam olsun.

Dava arkadaşlarım;

Görev bizi bekler. Milletimizi, iktidarın içine soktuğu bu sefalet sarmalından kurtaracağız. İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le buluşturacağız. Programımızla, projelerimizle, çözümlerimizle, kadrolarımızla, bu kutlu göreve hazırız. Milletimizi hak ettiği gibi güvenle, huzurla, saygıyla tanıştıracağız. Bollukla, bereketle, zenginlikle buluşturacağız.

Yolumuz, hakkın yolu, hakikatin yolu, adaletin yoludur.

Yolumuz, Türk’ün yoludur.

Ergenekon’dan başlayıp, Kızıl Elma’ya giden bu yolda, Allah yar ve yardımcımız olsun.

Sağ olun var olun, Allah’a emanet olun.

 

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
POPÜLER FOTO GALERİLER
SON DAKİKA HABERLERİ
İLGİLİ HABERLER
SON DAKİKA
şanlıurfa urfa