Eğitimden adalete, sağlıktan ekonomiye, adaletten siyasete…
Hangi alana bakarsanız bakın değişmeyen bir gerçek var:
Başladığımız her işe büyük heyecanla ve aşkla başlıyoruz.
İşler iyi giderken de her şey güzel…
Ama biraz sarpa sarınca ya da kötüye gidince resim tamamen değişiyor.
Bu iş olmadı başka bir şey deneyelim yerine inatla sürdürmeye çalışıyoruz.
Ta ki aşklar nefrete dönüşene kadar!
Zorlaya zorlaya kazanılan her şeyi tüketmeden değiştiremiyoruz bazı şeyleri.
Dibe vurmadan sıçrayamazsın anlayışı da bunun bir yansıması.
Kazandıklarımızı kaybetmeden üzerine bir şeyler koyarak ilerleyelim anlayışından uzaktayız.
Çünkü böyle olunca ilerleme yavaş olur.
Biz ise birden sıçramak ve kısa sürede büyük işler yapmak istiyoruz!
Çok kolay parlayan ya da harcanan isimlerle siyaset dünyamız…
Herkesin yerine getirebileceğini sandığımız askeri ya da yargı makamlarına atamalarımız…
Kolaylıkla açılıp kapanabilen üniversiteler ya da arttırıp azaltılabilen kontenjanlar…
Eğitim alanında bir yıl başlatılıp birkaç yılda sonlandırılan yenilikler ya da nitelikli öğrenci yerleştirilen okullara nitelik aranmadan öğretmen atamaları…
Yerel anlamda merkezi kanaatten uzak işler yapan yerel yönetimler ve onların uyguladıkları geçici çözümler…
Daha neler neler…
Hepsinin başlangıcı ile bitişi arasında uçurumlar var.
Geçenlerde günlerce tartışılan Mourinho olayı de bunun çok net örneklerinden.
Gelişi ile gidişi arasındaki tutuma bakınca aşkla başlayıp nefretle bitirişimizin güzel bir örneği.
Düşünmeden ve hesaplamadan atılan adımlarımız başarısız olduğunda sorumluluğu birine yüklemeliyiz.
Mükemmel düşüncelerimizin aslında o kadar da mükemmel olmadığı anlaşıldığında suçlayacak birileri gerekir.
Çünkü özeleştiri yapmaktan pek hoşlanmıyoruz.
Genel ve reel bir tespit yapmak yerine günah keçisini yuhalarız ve bir anda sorun çözülmüş olur!
Böyle güzel bir dünya varken kim uğraşacak ayrıntılı analizlerle…
Sırada da 4+4+4 sistemi var gibi!
Son birkaç aydır konu ısıtılıyor.
Başlarken methiyeler düzenler şimdilerde ne garabet bir iş olduğundan dem vuruyor!
Söz konusu henüz nefret kıvamına getirilemese de vakti yakındır!
Daha önce bunun bir hata olduğunu defalarca söyleyenlere kulak tıkayanlar yine ölçüp biçmeden ve konunun muhataplarına kulak vermeden bir şeyleri değiştirecek gibi görünüyor.
Yerli ve milli bir model hamasetiyle olması gerekenler göz ardı edilerek evrensel değerlere sırt çevrilerek bir şeyler yapılmaya çalışılacak.
On yıl sonra yine bir şaşkınlık:
Allah Allaaah… Neden olmadı acaba!
Oysa çözüm o kadar basit ki:
Aşkla değil akılla başlamak.