Tüm zamanının dolu olmasına rağmen seninle bir fincan kahveye zaman ayıran bundan zevk alandır. Belki defalarca anlatmışsındır aynı fıkrayı, yine de seni kırmayıp dinleyen, seninle gülendir dost… Seni kırmayan ancak yeri geldiğinde seni incitmeden gerçekleri ortaya koyup, senin canının yanmasına engel olmaya çalışandır. Çıkarsızdır, yanında olmaktan menfaat sağlamayı düşünmez. Karşılıksızdır, ne verdiklerinin hesabını tutar ne de bir gün bunları yaptım diyerek yüzüne vurur. Günler konuşmadan görüşmeden geçse de uzaklığını hissetmediğin yanında bulacağına inandığındır dost…
Dostluk, iyi ve kötü günlerimizi, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi, mutluluğumuzu açıkça paylaşmaktır. Gönül rahatlığı ile her şeyimizi paylaşabilmek, sevgi, saygı duymaktır. Sırlara sadık kalmak onu dinlediğimizi hissettirmek, güven vermektir. Bana güvenebilirsin demek yerine davranışlarımızla bunu gösterebilmemizdir… Dostumuzun olumsuz yanlarını yüzüne karşı söyleyebilmek, doğru yolu göstermektir. Ne demiş atalarımız? ”Dost acı söyler”
Bence dostlukların en güzeli çocukluk çağlarında edindiğimiz arkadaşlıklardır. En uzun ömürlü dostluklardır. 3 ay, 1 yıl , 5 yıl ne kadar zaman geçerse geçsin tekrar konuştuğunuzda kaldığınız yerden devam ediyormuş hissi verir eski dostluklar… Değerlidir… Yıllar geçtikçe de bunun önemini daha iyi anlarız. O dönemleri hatırladığımızda yüzümüzde bir tebessüm oluşur… Eski hatıralarımızı anlatmaya, dinlemeye doyamayız hatta zaman bile yetmez. Geçmişimizi bilen dostlar bizi daha iyi anlar.
Sevginin ve saygının sorumsuzca tüketildiği, ilişkilerin tamamen menfaat ve çıkar ilişkilerine dönüştüğü bir ortamda iyi bir dosta sahip olmak büyük bir şanstır. Dünyanın üzerinize üzerinize geldiği, nefessiz kaldığınızı hissettiğiniz bir anda size ışık tutacak bir dosta ihtiyacınız olabilir. Bazı insanlar vardır doğuştan farklıdırlar onların yanında olmak, konuşmak huzur verir insana… Sizi olduğunuz gibi gören, kimseyle paylaşamadığı şeyleri sizinle rahatlıkla paylaşan size öğüt veren yol gösteren, yardımcı olan, dürüst davranan, sizinle mutlu olup üzüntünüzle kederlenen kimse… İşte gerçek dost budur… Yani sizin ayağınıza diken battığında onuda aynı ölçüde incitir.
Şems ve Rumi gibi dost olabilmek umuduyla çünkü onların dostluğunda iyilik, güzellik, masumiyet vardı.
Gerçek dostluk denilince aklıma gelen ilk hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim.
Savaşın en kanlı günlerinden biri…
Asker, en iyi arkadaşının biraz ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Asker teğmene koştu ve
“Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?…”
Delirdin mi der gibi baktı teğmen…
“Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş… Büyük olasılıkla ölmüştür bile… Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın.”
Asker ısrar etti ve teğmen
“Peki ” dedi. “Git o zaman…”
İnanılması güç bir mucize…
Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü…
Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen kanlar içindeki askeri muayene etti…
Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:
“Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez demiştim. Bu zaten ölmüş…”
“Değdi teğmenim” dedi asker…
“Nasıl değdi?” dedi teğmen…
“Bu adam ölmüş görmüyor musun?..”
“Yine de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.”
Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
“Ahmet!.. Geleceğini biliyordum!..” demişti arkadaşı, “GELECEĞİNİ BİLİYORDUM…”