Ekonomik kriz yaşayan tek ülke biz değiliz.
Adalet ve hukuk konusundaki aksaklıklar sadece bizim ülkemizde yok.
Eğitimi kendi zihniyetine hizmet etmek için kullanan tek ülke değiliz.
Savaşlardan tek etkilenen de biz değiliz.
Tüm ekonomisini inşaat üzerine bina ederek tarım alanlarını yok sayan da sadece biz değilizdir herhalde!
Laçkalaşmış ve siyasilerin trollüğünü yapan basın organları başka ülkelerde de vardır.
Siyasilerin her işe burnunu soktuğu ve sistemi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı başka ülkeler de vardır.
Halkın büyük çoğunculuğunun kendisini ilgilendirmeyen konularla ilgilenerek asıl gündemden habersiz yaşadığı birçok ülke vardır.
Hatta en gelişmiş ülkelerde dahi bu şekilde yaşayan insanların varlığı kaçınılmazdır.
Her kitlenin kendine göre özel günler yaşadığı ve diğerlerinin özel günlerini anlamadığı birçok halk vardır dünyada.
Ama…
Bütün bunların doğru olduğunu mu gösterir başkalarının da yaşaması?
Legalleştirir mi her şeyi?
Olay bu kadar basit mi?
Basit değil elbette!
Hiçbir olay göründüğü kadar basit değildir.
Mesela:
Havaalanı yapılır olay olur.
Denize yapılsa sorun, karaya yapılsa sorun.
Hakkari’ye yapılır, ihtiyaç var mı tartışmaları…
Karaya yapılır doğru yerde mi tartışmaları…
Yıkılırsa ne yapılacak münakaşası…
Havaalanı yıkılır başka bir olay…
Satıldı satılacak…
Katara peşkeş çekilecek…
Onca emek yerle bir edilecek…
Bazıları haklı da olsa bir karşılık bulamayan birçok eleştiri…
Toplumun ekseriyeti konuya böyle yaklaşmadığı için ne deseniz boş!
İster yaparım ister yıkarım anlayışıyla üsten bakanlara da ne derseniz deyin.
Burada başka bir sorun var:
Zaten yeşillendirerek park haline getirilebilecek bir alan mevcutken pistler neden ortadan kaldırılıyor.
Park yapılsın ama mevcut özelliklerine de zarar verilmesin!
Mümkün değil mi?
Araştırılınca bunun bir yolu bulunamaz mı?
Böylece ihtiyaç duyulması halinde tekrar kullanılabilir olmasının sağlanamaz mı?
Yoksa sağlam kalması mı istenmiyor?
Derken bulundu…
Pistlerin yıkılmayabileceği açıklandı.
Ama diğer taraf memnun mu?
Tabi ki hayır!
Çünkü kendileri direttiği için değil müteahhit firma istediği için olmuş!
Güler misin ağlar mısın?
Çatışma kaçınılmaz yani!
Amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.
Bütün sorunun ismiyle ilgili olduğunu düşünenler de var.
Genel temayüle bakılınca rahatsızlıkları da haksız sayılmaz.
İnsan neden diye sormadan edemiyor!
Neden adı illa değişmek zorunda?
Ne yaparsanız yapın, adı Atatürk olarak kalamaz mı?
Değişmesinden rahatsız olanlar kadar değiştirmek için uğraşanlarda da sorun yok mu?
Bir başka olay da ‘Millet Bahçesi’ söylemi!
Park sözcüğünden rahatsız mı olduk?
Türkçe değil diye mi bu tantana?
Fransızca ya da İngilizce kökenli olması mı sorun?
Peki bahçe sözcüğü Türkçe mi?
Elbette değil!
Bahçe sözcüğü de Farsça bağ kökünden türetilen bağçe sözcüğünün dilimize uyarlanmış hali.
Neyi, neden değiştirmeye çalışıyoruz?
Bu olayı mantıklı bir şekilde açıklayabilecek olan varsa buyursun…
Gerçekten göründüğü kadar basit miymiş bir anlayalım.