Annem göbeğimi ‘çekme’ bıçağı ile kesmiş, şalvarına sarıp, atmış atının terkisine, getirmiş eve.
23 Nisan 1929’da, Tekirdağ’ın Büyükyoncalı köyünde.
Mürüvvet Sim, yarım asırlık ömrünün başlangıç noktasını böyle özetliyor. Fakir bir aile oluşlarını, iki yaşındayken İstanbul’a göçüşlerini, köyle İstanbul arasında mekik dokuyuşunu ve bir sokak çocuğu gibi büyüyüşünü.
Topkapı Takkeci Mahallesi’nde oturuyorduk. Annem hizmetçilik yapıyor, babam bahçelerde çalışıyordu. Hep söylerler, çok yaramazmışım küçükken…
Mahalleli, ‘Korkunç Mürüvvet’ adını takmış bana.
Hangi evde balık pişse,kendi kendini davet edermiş küçük Mürüvvet. Hele bir dediği olmasın, camı çerçeveyi indirirmiş.Herkesi o kadar yıldırmış ki mahalleli, aralarında para toplar, Mürüvvet’i sinemaya gönderirlermiş.
Hiç değilse iki saat başlarını dinlemek için. Sinema dönüşü, mahallenin tüm kadınlarını başına toplar, gittiği filmi oynayarak anlatırmış.
Mürüvvet Sim, yoksul annesi Esma ile babası Mehmet’i, sanatçı olduktan sonra, sultanlar gibi yaşatmıştı.
‘Bende artistlik merakı işte o günlerde başladı, diyor,’ Sim.
Ve ilginç bir sır veriyor bize. Hani Filiz Akın-Türker İnanoğlu evliliğinin meyvesi İlker İnanoğlu’nun, bir zamanlar gişe rekorları kıran ‘Yumurcak’ filmi var ya, işte o filmin senaryosu, Mürüvvet Sim’in bir gün sette çocukluk anılarını anlatmasından kaynaklanmış..
Kısacası, ‘Yumurcak’ filminin yumurcağı, Mürüvvet Sim’den başkası değilmiş.
Mahalle terzisinin ona arkadaşlarının elbiselerinin artıklarından diktiği süslü elbiseleri anımsıyor…
Gözlerindeki çocuksu pırıltılar yaşlara dönüşüyor.Ağlıyor. Tıpkı Topkapı’nın Takkeci Mahallesi’nin Yumurcak’ı gibi…
Elindeki minicik örgü yeleğe dalarak. Ve anlatıyor bu gözyaşlarının nedenini :
-Her gün akşamüstü, günbatımı zamanı bir gariplik çökerdi içime. Mahallenin her anası, çocuğunu çağırır, üzerlerine yelek giydirirlerdi..
Bir ben kalırdım yeleksiz. Üşümesinden korkulmayan, kenarda, terkedilmiş…
Anacığım, karanlıklarda dönebilirdi çalıştığı yerlerden eve. Hiçbir zaman da yeleğim olmamıştı. Hep yelek özlemi içinde idim. Kıskanırdım, sırtlarına yelek geçirilen arkadaşlarımı. O yaramaz Mürüvvet gider, bir köşede sessizce ağlayan zavallı bir çocuk gelirdi o saatler.
Bu yelekler yaşamında öylesine önemli bir iz bırakmış ki, Mürüvvet Sim’in…
Tam 38 yıldır, durmadan yelek örer o. Ördüklerini sokaktaki kimsesiz çocuklara elleriyle giydirir, bakımevlerine bağışlar, armağan olarak. Anadolu’nun dört bir yanındaki köy çocuklarına gönderirdi. Yaşamının bir parçası bu yelekler…
Eline geçen en küçük bir yün parçası,
eski hırkaların sökülmüşleri,
hep miniklere yelek olurdu,
Mürüvvet Sim’in becerikli ellerinde…”
Alıntıdır…