Seçim gününe geri sayım devam ediyor. Bir öncekinden farkı “kimlerin kazanacağının değil, kimlerin kaybedeceği” açısından önemli diye düşünüyorum.
öteden beri egemen siyasi partiler her zaman yerel seçimleri bir genel seçim mantığıyla topluma dayatmışlardır. Bunu yapmalarının özetle üç sebebinden birincisi, oy potansiyellerini korumak ve büyütmek, ikincisi yerel kaynakların, kentsel rantın tepesine çökmek, üçüncüsü halk kitlerini kendi gerçekliğinden uzak tutmaktır.
Üçüncüsünü biraz daha irdelersek, insanların her gün yüzyüze kaldıkları güncel sorunlarına yoğunlaşmalarını engellemek rejimin “bekası” açısından çok önemlidir. Bayrak, vatan, millet, din, iman, ezan bayraktarlığı boşuna mı yapılıyor sanıyorsunuz? Çünkü tarih boyunca demokrasi insanların kendi ortamlarında yaşadıkları olumsuzluklara itiraz ettiklerinde gelişti. O yüzden halkın köylerine, kasabalarına, şehirlerine dönük sorunları tartıştırmaktan uzak tutulmaları egemen sınıfların ve onların siyasi temsilcileri partilerin birincil görevleridir.
O nedenle partiler yerel örgütlerinin iradesini hiçleştirerek, yereli yönetecek olanları her türlü demokratik temayülü yok sayarak tepeden atarlar. O aday halkın değil parti lider ve bürokrasinin adamı olmalıdır ki, yerel kaynak ve imkanlar parti oligarşisinin ve sermaye gruplarının denetimine alınsın. Olay budur. O nedenle adayın iyi, kötü, dürüst veya hırsız olmasının fazlaca kıymeti yoktur. Önemli olan “masanın kazanmasıdır”.
Yerellerdeki adaylar bu şekilde oluşunca, onlar da ektiklerini biçecek projeleri bin bir, takla ve parlatmayla öteki adayın önüne geçme yarışına girerler. Seçim ortamında öyle demokrat, sevecen, hoşgörülü, babacan ,anacan olurlar ki vur elinden ekmeğini al yani. Ama köprü geçildikten sonra kazananın içindeki diktatör kabuk değiştirerek ortaya çıkar. Meclis üyesi olmak için birbirlerini çiğneyenler bile “başkan”la görüşmek için saatlerce kapısında nöbet tutarlar. Çünkü başkan yukarıdakinin emrindedir. Meclis üyesi de başkanın lütfuyla seçildiği için başkanın emrine girmiştir. Kasabanın müttehitlerinden, emlakçılarından, eşraf takımından, sanayicileri ve açık gözlü hemşeri kulüplerinin yöneticilerinden oluşmuş yerel ekipler boy boy “halka hizmet hakka hizmet” miş gibi (hahhah) yarışına girerler.
En alttaki çoğunluk örgütsüz kitlelerin kafası karışmış, zihni bulanıklaştırılmış, kendi gerçekliğin den uzaklaşmış, bana da bir şeyler düşer mi diye iş, mevki makamın yanında erzak, harçlık, ekmek arası köfte, kebap, en dayısı toplu kahvaltı ve tanıtım yemeklerinden oradan oraya, mitingden mitinge koşan kalabalıklarda eklenince; seçim de, sonuçları da zengin sınıfların kazancına dönüşürken yoksulların hep kaybeden olması kaçınılmazdır.
Ama bu yerel seçimlerde çok daha ciddi başka bir sorun ortaya çıktı. Egemen sistemin partileri arasında oluşan ittifaklar “beka” sorunu tartışmasına dönüştü.. Gizlenmeye çalıştıkları ekonomik, sosyal, siyasal krizin boyutları soğan, sarımsak ve hıyar boyutuna ulaşınca egemen güçlerin “yönetememezlik “ hali gizlenemez oldu. Alttan yukarı doğru değişim rüzgarları güçlendikçe, on yedi yıllık iktidar “sahibine” afakanlar basmış olacak ki, kendi bekasını ülke bekası gibi tehlikeli bir dille topluma dayatmaya başladı. Kaybetme , çözülme, sonun başlangıcı olacak ki devletin tek temsilcisi ve sahibi durumuna gelmiş “Cumhurbaşkanı” devlet işini bırakıp neredeyse kasaba kasaba yerel seçim çalışması yapar durumuna düştü.
Öte yandan iktidara muhalif ama sisteme yandaş parti ittifakları da ağız dalaşından öte değer taşımayan yalancı kabadayı sözleri toplumda karşılık bulmuyor. Diktatörlük karşısında insanların aşına, işine, özgürlüklerine adalet ve hukukuna çözüm bulmak yerine sistemin içinde kalmaya çalıştıkça toplumda umut oluşmuyor. Toplumun değişim talebine karşılık gelmiyor. Öyle olunca halk yığınlarına “değiştir” den çok “kulak çekme” durumu ve duygusu alternatif olarak sunulmuş oluyor. Görmüyorlar ki “Atatürk mirasyediciliği” hala iş yapıyor gözükse de bu günün dünyasına dair değişimi kendi içinde gerçekleştiremeyenlerin yeri müzmin muhaliflik. Bir adım ötesi yok. Yapay zeka ve robotik çağına girilirken zorlama din referanslı yönetimlerin de geleceğin dünyasında olamayacağı gibi…
Burada hakkını teslim etmeliyiz ki sistemin en ötekisi haline getirilmiş HDP yönetim ve seçmenlerinin tarihte pek rastlanmayan bir ilkesel duruşla, muhalif düzen partilerini kazandırmaktan çok, tek adam rejimine karşı “kaybettirici” olacak tarihi kararları, bir nefes alma hali ortaya çıkarırsa, HDP hem seçmenlerine, hem de topluma karşı kıymetli demokratik bir görev yapmış olacaktır.
Şimdi tüm yoksul ve mazlumların hanesine yazılacak bir şey varsa “kimlerin kazanacağının değil, kimlerin kaybedeceğinin” önemi ve sonuçlarını o gün geldiğinde yeniden değerlendirme fırsatı doğmuş olacaktır. Yoksa kimse Mart’ın sonunda “bahar veya ruz-i mahşerde belge” falan beklemesin.