Çağımızın en süratli kelimesi: Değişim!
Hızla değişiyoruz!
Teknoloji hızlanıyor…
Şehirler dönüşüyor…
Alışkanlıklarımız yok oluyor…
Dün bilmediklerimiz bugün vazgeçilmez oluveriyor…
Doğru kabul edilen bir bilgi her an gölgede kalabiliyor.
Zaman artık su gibi akmıyor, su artık çok yavaş kalıyor!
Dış dünyanın kaçınılmaz devinimi artık içimizi de ele geçirmiş durumda.
Ama ne olduğunu tam olarak anladığımız da söylenemez.
Kendimizi akışa kaptırıyoruz.
Kaptırmayanları anında geri kalmış ilan ediveriyoruz.
Kendi iç dünyamıza kaptanlık edemezken başkalarına kaptanlık etmeye kalkıyoruz.
Oysa fırtınalarda gemiyi ayakta tutan dışarıdaki dalgalar değil, içerideki denge değil midir?
Demek ki sabit kalması gereken bir şeyler var!
Dönüşümlerde bize kim olduğumuzu hatırlatan değerlerimiz mesela…
Dürüstlük, adalet, merhamet, saygı nutukları atmak niyetinde değilim!
Bunlar tarih boyunca değişmedi.
Trendlerin, algoritmaların, ekonomik dalgalanmaların ötesinde, insanı insan yapan ilkeler, değişim rüzgarı bizi sarssa bile devrilmemizi zorlaştıran unsurlar.
Ya da karakterimiz…
Bugün başarı hızla ölçülüyor ama karakter ağır ağır inşa ediliyor.
Hız uğruna karakterler feda edilebiliyor.
Bir insan ne yapabileceğini hızla göstermeli ama neyi yapmayacağını belirleyen bir duruş da kazanmalı.
Yani karakterinin güvenilir bir işareti olan sınırlar oluşturmalı.
Bir lastik reklamındaki “Kontrolsüz güç güç değildir!” sloganını hatırlayanlarınız vardır.
Hız çağında gerektiğinde durmamızı sağlayabilecek güçlü bir karakter ihtiyaç duyduğumuz en önemli şey olabilir.
Böylece savrulmayı ve başkalarına hatta kendimize zarar vermeyi önlemiş oluruz.
Niyet konusu var bir de…
Aynı şeyler farklı niyetlerle çok farklı sonuçlara yol açabiliyor.
İyi niyet önem yani!
Belirsizlik içindeki insan iyi niyet sayesinde doğru yönü bulabiliyor.
Bir sokak öteye bile navigasyon kullanmadan gidemediğimiz şu günlerde iyi niyetimiz en doğru yolu gösteren araç olabilir.
Toplumsal aidiyet ve bağlılık da önemli tabi!
Kendimize, sevdiklerimize, topluma, üretime ve sorumluluklarımıza duyduğumuz bağlılık…
Her şey değiştiğinde bile insanın ait hissettiği bir yerin, bir ilişkinin, bir çabanın olması…
Değişim çağının en sessiz ihtiyacı belki de kök salma ihtiyacı…
Yani dallarımız her mevsim değişse de köklerimizin güç aldığı bir toprağa ihtiyacı var.
O toprak ise değerlerimizden karakterimize, niyetimizden aidiyetimize kadar bizi beslemeli.
Sarsıcı değişimlerden sarsılmadan en iyi şekilde yararlanabilmemiz için bizi sabit tutmalı.
Böylece değişime direnmek yerine değişirken kaybolmamayı öğrenebiliriz.