Modern dünya düzeninde değeri geç keşfedilen ya da hiç keşfedilmeyen bir çok insan vardır mutlaka. Bunun en büyük nedeni de artan nüfusla doğru orantılı olarak çok sesli bir ortamın doğmuş olmasıdır. Yetenek her zaman değer görmüştür. Fakat bu değer sanatçıları, hayattayken bulmuyor. Kimilerinin öldükten sonra değeri anlaşılıyor. Aynı şekilde ürettikleri sanat eserleri, çizdikleri tablolar, yaptıkları müzikler, yazdıkları şiirler, romanlar ve öne sürdükleri düşünceler, onların hayatta olduğu zamanlarda anlaşılamamış, rağbet görmemiştir.
Bu elbette sanatçılar için can sıkıcı bir durumdur. Bu nedenle ne ekonomik açıdan rahat yüzü görürler, ne de takdir edilip mutlu bir sanat hayatı yaşarlar. Onların talihsizlikleri, yanlış zamanda yanlış yerde bulunuyor olmalarındandır. Ben
Yıllar önce arkadaşlarımla gittiğim bir filmi hatırladım bu konu ile ilgili…
“Kelebeğin Rüyası”
Zonguldak’ta 1940’lı yıllarda yaşayan iki şairin Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayat hikayelerinin anlatıldığı harika bir film.
Etkisinde kaldığım nadir filmlerden biri diyebilirim. İnce acılarla yaşanmış kısa ömürleri “güzel” göstermiş. Acıyı güzelleştirip filme dökmüş Yılmaz Erdoğan…
Duygusal bir yapıya sahip olduğum için belki de bu kadar çok etkilenmiş olabilirim bu filmden. Çok uzun sıkılırsın, ağır bir film dedikleri film benim için göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Sanki filmin içinde yaşadım. Bu hissi veren de oyuncular Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat, rolleri oynamıyor adeta yaşıyorlar ve izleyiciyi filmin içine çekiyorlardı. Müzik bir harika, filme de uymuş. Film avrupai bir havada o çağlarda şimdikinden daha fazla batı özentisinin var olduğunu ortaya koyuyor… Madendeki görüntüler çok etkileyici gerçek gibi… Tarih tekerrürden ibarettir. O yıllarda günümüzdeki Korona virüs kadar tehlikeli olan ince hastalık ve insanların bu hastalık karşısındaki çaresizliği anlatılıyor. Tabi ki aşkta var… Tam bir sanat filmi olmuş, edebiyat yüklü bir sanat filmi tabi ki sanattan anlayanlar için…
Şair-şiir, aşk ve çaresizlik…
Sinemadan çıktığımızda adeta boğazım düğümlenmişti. Hâlâ filmin etkisindeydim. Film de her şey vardı aslında…
En basiti sağlığın öneminden tutun da edebiyatın güzelliği, azim, tutku, aşkın en masum hali, cesaret ve dostluk…O zamanki sıkıntılı hastalık ve çaresizlik karşısında etkilenmemek münkün değildi. Dışarıya çıktığımızda keşke bu filmde yaşananlar gerçek olmasaydı o iki şair keşke uzun yıllar sağlıkla yaşasaydı, keşke kitapları onlar yaşarken basılsaydı, bu günkü gibi tanınsaydılar, öldükten sonra kıymetleri bilinmeseydi diye düşünmeden edemedim. Behçet Necatigil’in iki öğrencisinin hayatının anlatıldığı bu gerçek iki kişiliğin hayatı beni araştırma yapmaya yöneltti. Eve gelince de ilk iş olarak bende merak uyandıran bu iki şairi ve kitaplarını araştırdım. Hatta bu fim gösterime girdikten sonra kitaplarının yok sattığını öğrendim. Bu filmin insanlara şiiri sevdireceğini düşündüm.
Ben zaten şiir meraklısıyım…
Bu iki şairin şiirlerini okudum ve sevdim hatta hemen şiir yazasım geldi…
Bu iki şairin biyografisine baktığımızda;
Muzaffer Tayyip veremden ölmüş. O dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden biri kabul edilmiş, yaşamındaki acılara karşın, gizli bir üzgünlük içinde yaşamanın güzelliğini yazmış. Şiirlerini Şimdilik adlı bir kitapta toplamış (1945). Ölümünden sonra Necati Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta toplamış.
Rüştü Onur ise (1956) 22 yaşında veremden hayatını kaybeden şair, kendisi gibi genç yaşta veremden ölen arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte ölümlerinden sonraki yıllarda yayımlanan her şiir antolojisinde kısa yaşam öyküleri ve şiirleriyle “Zonguldaklı şairler” olarak yer almıştır.
Nedense şair ve yazarların kıymeti hep öldükten sonra bilinir. Tarih kıymeti bilinmeden dünyadan göçmüş insanlarla doludur ne yazık ki.. Bizde ölen insan kıymetlidir, yaşayan değil. Yitirdiğimiz ve arkasından kıymetini anladığımız onlarca isim sayabilirim.
Son dönemlerde birçok kıymetli insan hayata gözlerini yumdu. Birçok insanın da ölüm yıl dönümleri nedeniyle aynı günlerde anma programları yapıldı, mesajlar yayınlandı. Törenleri izledim, mesajları okudum, insanların tutumlarını gördüm. Ölen inek sütlü olur misali…
Etrafınıza bakın. Henüz yaşıyorken, kıymetli olduğunu düşündüğünüz insanları tespit edin. Sonra yanına gidin ve ona ne kadar kıymetli biri olduğunu, ne kadar iyi biri olduğunu söyleyin.
Bizde insan ölünce musalla taşının yanına gidip, “iyi bilirdik, şahidiz” deriz. Neden yaşarken bunu yapmayalım?
ÖLDÜKTEN SONRA
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hâtıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan
Muzaffer Tayyip Uslu