Özellikle batı sinema ve dizi sektöründe çok miktarda insanlığı tehdit eden fantastik virüs filmleri, dizileri yapıldı. Öyle korkunç şeyler ki izlemekten korkuyorsunuz. Özellikle zombi film ve dizilerin korkunçluğunun yanında insanlığın varlığını yeryüzünde silecek kurgusal bir tehdide dönüştürüyorlar. Zombi virüsü insanları, hayvanları birden korkunç şeylere dönüştürüyor ki, bu nasıl bir aklın ürünü ki böyle sahneler çekiyorlar demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Tabi zombi virüsüne henüz yakalanmamış olanlar kendilerini korumak için aklın ve bedenin son sınırlarına kadar bir mücadeleye girişiyorlar. Anne, baba, kardeş, arkadaş, din, dil, irk, cinsiyet ayrımı kalmıyor. Tek sorun virüsten korunmak ve hayatta kalmak. Mideniz kaldırırsa internet ortamında bol bol var.
Birde tarihte kitleler halinde insanlığı tehdit eden gerçek salgınlar var. Kara ölüm veba, kanamalı ateş salgını, İspanyol gribi, kolera, çiçek, tifüs, verem, çocuklarda kızamık, boğmaca vb. Gerek bizim coğrafyamızda gerekse başka ülkelerde olanları öğrenmek için GOOGLE sormanız yeterli. Her şey önünüze dökülüyor.
O devirlerde hastalıkların çıkış, yayılış ve korkunç sonuçlarını, o dönemin iktidar odaklarının, dini ve sosyal yapıların davranış ve tepkilerini de kolayca öğrenebiliriz. Elbette herkes ait olduğu sosyal, siyasal, dini ve kültürel, eğitim bakış açısıyla farklı yorum ve dersler çıkarabilirler. Kim neresinde bakarsa baksın gerçek; “ olmak ya da olmamak” yani ölüm ya da yaşam. Bu kadar basit. Ancak o dönemlerin dini ve siyasi otoriterlerin günahlarını unutmadan.
21. yüzyılın başında bilim ve teknolojinin bu denli gelişkin olduğu bir ortamda nasıl oldu da dev ekonomik güce sahip ülkeler ve o ülkelerdeki büyük sermaye gücünü elinde tutan iktidar sahiplerini de içine alan bir salgının tehdidi altında kaldık. Hükümetlerin milyarlarca insana “Evde Kal” diye açıklamaları peş peşe yayınlanıyor. Koronavirüs’ün zenginleri de tehdit ettiği için olmasın?
Aksi halde sadece yakın tarihimizde 2003 Irak’ın ABD tarafından işgalinden bu yana Irak’ta, Suriye‘de, Yemen’de, Libya’da, Myanmar… Arap Baharı diye adlandırılıp emperyalist haydutluğun ve türevlerinin sonrada kıyım ve yıkıma dönüştürdüğü çatışmalarda ne kadar insan öldü? Akdeniz’in Ege’nin ve güneyden kuzeye sınır taşlarının dili olsa da söylese. BM dünyada” her on saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor” diyen raporlar ortalıkta çarşaf çarşaf dolaşırken gözleri kör, kulakları sağır, vicdanları kara kapitalizmin efendileri, yancıları, vaazcıları, govgovcuları birden korona virüsle pek telaşlandılar.
Batılı emperyalist kapitalist dünya, dev bütçeli tedbir programları açıklama yarışına girdiler. İyi güzel de herkesi eve kapatınca bu dev nüfusu kim besleyecek? Sanayi üretimi durdu. Açıklanan tedbirler şirketleri ve zenginleri korur cinsten. Peki, biz ne olacağız? İşçiler, emekçiler, kamu çalışanları, emekliler, işsizler, yoksullar, bakıma muhtaç olanlar, engelliler, yoksul köylü, kendi kendine yetemeyenler ne olacak? Üçüncü ülke yoksulları, mülksüzleri ne olacak?
Bunun uzun sürmesi halinde yaşam için gerekli olan gıda ve su gibi temel ihtiyaçlara nasıl ulaşacağız? Çalışma, üretim, tüketim, ulaşım, paylaşım organizasyonlarını gaipten bir el yapmayacağına göre yine insan eliyle devamlılık nasıl sağlanacak? Demirleri, betonları, plastikleri, mobilyalarımızı yiyemeyeceğimize göre tarımsal üretim nasıl işleyecek? Yoksa köylüye, çitçiye virüs bulaşmaz mı deniyor? Onlar sütünü sağabilir, besisini yapabilir, tavuğunu yumurtasını üretebilir, ekmeğini pişirebilir, tohumunu ekebilir mi deniyor? Olası gıda kıtlığının önüne nasıl geçilecek? Fiyatlar nasıl denetlenecek? Sorular çok, cevaplar yok.
Pardon haksızlık etmeyelim, Cumhurbaşkanı sermaye çevrelerine bol keseden dağıtırken yoksullara “dua ve kolonya maske” vadetti. Koronavirüs din, dil, sınıf ve siyasi fark gözetmeksizin herkes için tehditken bile sadece kendi siyasi ve ekonomik sosyal çevrelerden gelenlerin katılabildiği “virüs tedbiri açıklamalarını” benim gibi siyasi tercihini başka parti ve kurumlardan yana kullananları dışarıda bırakmaları nasıl okumalıyız? Biz ne kadar ortak devlet, ortak gelecek diye çırpınsak da istenmiyoruz demek ki! Yok canım öyle değil diyen varsa buyursun açıklasın?
Olağanüstü fedakârlıklarla hayatlarını, ailelerini risk ederek çalışan sağlık emekçileri bu tempoyla ne kadar devam edebilirler? Haklarını teslim etmeliyiz ki insanlığa ve insanlığın geleceğini kurtaracak olan bilim ve bilimin ışığında eğitim görmüş sağlık emekçileridir. Aslında bu, tarih boyunca böyleydi. Ama eli silah tutan kendini kudretli sanan krallar, sultanlar, halifeler, ya da ağzı dualı sarıklı saçlı, pelerinli papaların, hahamların, hacı hocaların, şeyhlerin, omzu kalabalık kudretli komutanların en son sığındıkları yer bir şifacının merhametli elleriydi.
Koranavirüs, görmezden gelinen, her fırsatta şiddete ve KHK’lara uğratılan, sürgünlere gönderilen sağlık emekçilerinin yaşam için olmazsa olmaz farkındalığını bir kez daha ortaya çıkardı. Şu an canlarını dişlerine takmış sağlık çalışanlarına şükranlarımızı sunmanın zamanıdır. Çünkü eli silahlı, tanklı, füzeli, radarlı, S-400 lü, F35, Cruise füzeli, atomlu, kimyasallı dünyanın bütün ordularından ne kadar kıymetli olduklarını dünyaya gösteriyorlar. Hani nere o güçlü ordular? Ey omzu kalabalıklar, gözle görülmeyecek kadar küçük bir düşmandan kurtarın ülkelerinizi. Bir bombardıman uçaklarıyla binleri öldüren, yakıp yıkan güçlüler, destan yazanlar neredesiniz? Demek ki kıymet öldürmek değil yaşatmakmış. Koronavirüs herkesi eşitledi. Sağlık emekçileri ordusu hariç bütün ordular hiçleşti. Gerçek budur. Dünyanın bütün sağlık emekçi ordusunun önünde saygıyla eğiliyorum. İnsanlığın umudu onlarda. Bunu hiç unutmayacağız.
Koronavirüs herkese bir şey daha öğretiyor. İnsanlığın ortak bir tehdit karşısında milli, dini, siyasi, ırki aidiyetlerin nasılda sönümlendiğini gözlemliyoruz. Yeryüzünün tüm halkları doğal olarak hastalığa karşı geliştirilecek bir aşının bulunmasını bekliyor. Aşıyı bulanın dini, siyasi, milli tercihi ve aidiyeti kimseyi ilgilendirmiyor. Sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın kapısına yürümenin zamanı gelmiş midir ne dersiniz?