Eğitimin ülkemizdeki en büyük sektör olduğu tartışma götürmez.
Sayın bakanın açıklamasıyla yaklaşık 65.000 resmi, 10.000 civarı özel okul söz konusu.
Gelişim merkezi, kurs vesaire adıyla eğitim veren 25.000 civarı okulu da dahil edince yaklaşık 100.000 kurumdan bahsediyoruz.
Bakanlığa bağlı kadrolarda çalışan 1.100.000’i devlet kadrolarında, yaklaşık 150.000’i de özel kurumlarda olmak üzere 1.250.000’in üzerinde öğretmenimiz var.
Atanmayanları saymıyorum bile!
18.000.000’ un üzerinde öğrenciyi de hesaba katınca toplumun neredeyse tamamını bir şekilde ilgilendiren bir yapı söz konusu.
81 il, 922 ilçe, binin üzerinde kasaba ve köy…
Yurdun her köşesine ulaşan kurumlar…
Dolayısıyla devasa bir yapı…
Sağlıklı bir iletişim mekanizmasını oluşmayınca bu kurumlar arasında uyum sağlanabilir mi?
Uyumlu çalışmayan bir yapının başarılı olma şansı olabilir mi?
Neticede aynı amacı hayata geçirmek için mücadele etmesi gereken bir yapının her birimi farklı amaçlar için çalışırsa sonuç da pek parlak olmuyor.
Hele bir de oldubittiye getirilerek yapılan değişiklikler olunca!
Sık sık ve çok düşünmeden yapılan köklü değişiklikler!
Birinin sonucu görülmeden diğerinin geldiği ve ardı arkası kesilmeyen darbeler…
Kurum kültürünü geliştirmek şöyle dursun yok etmek için atılan adımlar…
İdareci ve öğretmen atamalarından tutun okullarda çalışan memur ve hizmetlilere kadar kurum hafızasına hizmet etmesi gereken birimler hemen hemen her yıl değişiyor.
Yönetici atamalarında kullanılan sınav içerikleri giderek daha da ezbere yöneliyor…
Anlama, anlatım ve yönetim kabiliyetlerini ölçen sorular azaltılıyor.
İletişim ve yönetim yönü güçlü bireyler yerine ezberci ve itaatkar bireylere yetki veriliyor.
En azından genç olmalarıyla yetiniyoruz sadece.
Bir de diğer kurumları düşünsenize, müthiş bir kuşak farkı var.
Evet, kuşak farkı…
Şöyle bir düşününce siyasi anlamda son iki kuşağın yönetimde yer almadığı görülüyor.
Yönetenle yönetilen arasında kuşak farkı açılıyor.
Bu da bir hantallık sebebi olabilir belki!
Ama burada hantallıktan daha büyük sorunlar da söz konusu.
Mesela sevdirilmeye çalışılan değerlerin doğru yöntemlerle aktarılamaması gibi…
Evrensel ahlaki değerlerin hızla zayıflaması gibi…
Bütün sorunların sadece imam hatip açılarak çözülebileceğine inanılması gibi…
Ya bilime ya dine tabi olmamız gerektiğine inandırılan, din ve bilim çatışmasından beslenen din adamları yetiştirilmesi gibi…
Bilerek ya da bilmeyerek, gaflet ve dalaletle ya da ihanetle…
Neyle açıklarsanız açıklayın!
Bu büyük ve hantal yapı içerisinde zaten işler zorken bir de kuşak farklılıkları nedeniyle ihtiyaçları anlayamamak söz konusu.
Biz ise bütün bunlara ek olarak evrensel ve bilimsel referansları din düşmanı olarak anlayan ve aktaran öğretmenler atıyoruz.
Varın gerisini siz düşünün…