11 Ocak 1982 saat öğleden sonra 15:00 civarı
Yer: Ankara Hacettepe Hastanesi…
Buz gibi hastane, beşinci katta doğumhane…
Sancısı tutmuş annemin, tek tek çıkmış basamakları, bir eli bende, bir eli merdivende. Doktorlar hemen sezaryen ile almışlar beni, daha 8 aylıkken ayırmışlar annemin karnından.
Küçükken çok hasta olurmuşum, hayal meyal hatırlıyorum, ateşlenip nöbet geçirdiğimi. Alnımda annemin ıslak beyaz tülbenti, sırtımda kalın bir havlu, “Terlemezsen, iyileşmezsin” derdi.
Çocuklarıydı annemin tek derdi..
Şimdi yaşım 39, Annem 70’i geçti. Geçenlerde hafif rahatsızlandım gibi oldu, hemen anladı telefonda sesimden, “Sıcak bir çorba iç, terlemezsen geçmez” dedi. Hiç bir ilaç, onun reçetesinin yerine geçmezdi. Tabii şimdi kendisi bi’sürü hastalıkla uğraşıyor. Yıllar yordu onu, tabii büyük ihtimal ben de yordum!
Analığı nasıl anlatabilir ki insan?
Nasıl ödenebilir ki o hak?
Canından etinden bir parça, nasıl ayrı düşebilir ki ana karadan?
Mayıs’ın ikinci pazarı yeter mi bunu anlatmaya?
Peki ya bir hediye?
İki lafından biri “Annen kurban olsun seni verene” olan bir kadının sevgisini anlatmaya, kelimeler yeter mi?
Dünyanın en kutsal varlıkları…
Dünya’nın en emektar insanları…
Her günümüzü size versek, ödeyemeyiz hakkınızı…
Annelerin günü olmaz…
Anneler hatırlanmaz…
Çünkü hatırlamak için, önce unutmak gerekir, her şey unutulur da analık asla unutulmaz…
Sağlıcakla kalın..