Fatih Altaylı geçtiğimiz cumartesi(13.08.2022) çok güzel bir yazı yazdı: “Bakanlar da sınava Girsin mi?”
Sosyal medya hesaplarımdan da paylaştığım yazının öğretmenlerin onurunu kıran uygulamanın sorunlarından bahsetmesi önemliydi.
Ama daha önemlisi yeterliliği sorgulanması gerekenlerin sadece öğretmenler olmadığının dile getirilmesiydi?
Bu haksızlığın giderilmesi için kamudaki tüm atamalara aynı kriteri getirme teklifi gerçekten çok yerinde bir öneri!
Hele bakanları da göreve başlamadan önce sınava sokma fikrine bayıldım!
Bakalım o görevi sürdürebilecek bilgi ve donanıma sahipler mi?
Buna yüreği olan bir bakan ya da bakan yardımcısı var mı?
Ya da genel müdürler, müdür yardımcıları, daire başkanları…
Böyle bir sınav yapılsa kaçı geçer sizce?
Dayatılan çağdışı eğitim videolarına gelince:
Hangisi izler?
Yanlış anlaşılmasın eğitim her zaman herkesin ihtiyacı.
Ancak makul içerikler ve uygun sunumlarla!
Mesela seminer döneminde alanında uzman ve entelektüel birikime sahip değerli hocalarımızın sohbet tadındaki on on beş dakikayı geçmeyen sunumlarını izledik.
Zaten bilinen şeyler dahi olsa hatırlatma ve yeniden canlandırma adına önemliydi.
Ancak bu çağdışı yaklaşımla, tarihin derinliklerine gömülen açık öğretim sunumlarını tekrar çekmek ve izletmek çok üzücü.
Burada öğretmenlerimize de sitem etmeden geçemeyeceğim:
Mesela benzer bir uygulama ile böyle videoları doktorlara izletebilirler mi?
Ya da avukatlara…
Mühendislere…
Zaten uzmanlık mesleğine sahip olanların böyle bir şeyi kabullenmesi de sorgulanmalı.
Ne duruma düştü ki böyle bir dayatmaya dahi yanlış diyemiyor!
Kimseyi kışkırtmak niyetinde değiliz elbette.
Ancak yanlışları korkusuzca dile getirebilen öğretmenlerin sayıları azaldıkça toplumun tüm kesimlerinde de bir içe kapanma ve çekinme olacaktır.
Neyse, bunun ayrıca tartışılması lazım!
Biz asıl konumuzdan uzaklaşmayalım.
Yapılmaya çalışılan işe de haksızlık etmek istemem, niyet güzel olabilir.
Öğretmenleri motive edebilecek yollar aranması elbette değerli!
Eğitim çıktısının öğrenci üzerinden değil de öğretmen üzerinden ölçülmeye çalışılması ve bunu yaparken de öğretmene bir takım kazanımlar sağlanmaya çalışılması da güzel.
Ama birilerine yaranmaya çalışan optimist yaklaşımlarla yapmak faydadan çok zarar sağlayabilir.
Zor da olsa başka yolları var:
Mesela birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi akademik nitelik arttırılmaya çalışılabilir.
Yüksek lisans yapanlar uzman, doktora yapanlar doktor öğretmen olarak sıfatlandırılabilir.
Neden “baş” değil de “doktor” diye soranlar olacaktır!
Bu sadece kişisel bakış açısı.
Siz adına ne derseniz deyin.
Ancak baş sözcüğünün zirveyi çağrıştırması ve sınır çizmesi bakımından eğitimle bağdaşmamasından dolayı böyle düşündüğümü de belirtmek isterim.
Zaten var olan akademik unvanları kullanmak da öğretmenlerimize yaptıklarını değerlendirme ve sunma imkanı sağlayacak akademik bakış açısını kazandırmaya yeterli olacaktır.
Kısacası zorlaştırarak değil kolaylaştırarak, hızlı değil yavaş ama kalıcı bir değişim başlayacaktır.
Tabi ki bu şekilde kısa vadede mutlu ettiğimiz insan sayısı azalacaktır ama uzun vadede daha somut kazanımları olacaktır.
Sayın Bakan buna sendikaların karşı çıktığını dile getirmiş zaten:
Sendikaların buna neden karşı çıktığını iyi açıklaması lazım.
Tabi gerçekten karşı çıkıyorlarsa!
Yaptım oldu anlayışıyla her şeyi bir günde değiştirdiğini zannetmenin bir faydası olmadığını artık görmemiz lazım!
Üstelik sürekli başkalarını suçlamanın da kimseye bir faydası yok!
Kimden fikir alırsa alsın sorumluluk karar makamındadır!
Eğitimle ilgili hiçbir sorunu aceleye getirerek kısa yolcu anlayışla çözemeyeceğimizi de en başta karar vericilerin anlaması gerekiyor.
Böylece öğretmene hak ettiği değer verilebilir.
Fatih Altaylı ile başladık Abbas Güçlü ile bitirelim:
Öğretmeni mutlu olmayan bir ülkenin çocukları da velileri de başarılı ve mutlu olamayacaktır önermesiyle birçok yazısı vardır Güçlü’nün.
Ülkenin başarı ve mutluğunun gerçekten öğretmenlere bağlı olduğunu anladığımız gün en büyük sıçramayı yapacağımıza ben de inanıyorum.