Günlerimiz pek iç açıcı geçmiyor, çimler yeşerdi, ağaçlar çiçeklerini açtı, mahalledeki çınar ağacı yeşillendi… Neyse ki pencereden gördüğüm çınar selamını eksik etmiyor. Bu arada mahallede sokak köpeklerinden başka canlı yok. İnsanı kriz dönemlerinin kasvetinde bile yalnız bırakmıyor doğa, ona karşı tüm haşin tavra rağmen var oluşunu duyuruyor.
Böylesine düşüncelere dalmışken, iyi ki hayata açılan pencerem var ve pencerenin önündeki koltukta bir yandan kitabımı okurken bir yandan da düşüncelerimi yazmaya çalışıyorum. Bu akşam dileklerimizi dileyelim çünkü bugün bolluğun, bereketin, iyiliğin dünyaya saçıldığı gün: Hıdırellez. Hızır ile İlyas’ın gökyüzünde buluşup dünyaya iyilik saçtığına inanılan bahar bayramı kutlu olsun! Halk arasında kabul edilen inanışa göre, Hızır karaların ve havanın, İlyas ise denizlerin, suların hakimidir ve bu ikisi bir araya geldiğinde, insanların dileklerini gerçekleştirdiklerine, bereket, huzur, şifa dağıttıklarına inanılır. Tam kapanma yasağından dolayı ateşten atlama ritüeli yapılamayacak ayrıca dileklerinin kabul olduğuna inanılan ve her yıl bayram havasında kutlanan Hıdırellez’de, bu yıl insanlar dilek kâğıtlarını tam kapanma dolayısıyla denize de atamayacak. Dilek, dua ve ibadetlerini ibadethanelerde yapamayacaklar. O halde bu akşam evlerimizde bol bol dua edelim korona belasından kurtulmak için…
Penceremin önündeyim…
Yıldız dağları her daim bütün ihtişamıyla, günün her saatinde beni karşılıyor. Gün geceye kavuşurken, renkler her daim beni büyülüyor. Yıldız dağlarının en yüksek noktası 1031 metrelik yüksekliğiyle mahya tepesi olan dağlar Karadeniz’e ortalama 30 km mesafeyle paralel olarak uzanır ve Çatalca’ya doğru yüksekliği 400 metreye kadar düşer. En alçak tepeler yani Çatalca korusu olarak adlandırdığımız bölge ilkbaharda erguvanlarla eflatun bir görüntüdedir.
Bu doyumsuz güzelliğin aşk hikayesi dağlara gömülmüş, her an gözümün önünde uzanmaktadır. Korunun eteğinde tarihi Ferhatpaşa Camii minaresi gözüme çarpıyor. Restorasyon yapılıyor, pandemi döneminde yapılması iyi de ramazan ayına denk gelmesi uygun olmamış. Yine de şükürler olsun tarihimize sahip çıkıldığını görmek mutluluk verici.
Tarihimizden ve kültürümüzden gelen nice zenginlikler, nice önemli şahsiyetler ve bıraktıkları izler var. Ama ne yazık ki turizmi, sadece denizimizi ve güneşimizi pazarlamak olarak algılamakla yetindiğimiz için tarihimize ve kültürümüze ne sahip çıkmış ne de tanıtmasını bilmişiz.
Erguvanlar açarken,
Pandemi döneminde Çatalca gibi doğal güzelliği olan bir yerde yaşamanın da ayrı bir mutluluğu ve ayrıcalığı var.
Mis gibi bir bahar havası ama hala soğuk ısırıyor. Alışveriş için çarşıya çıkıyorum ve dönüşte yeni yapılan İsmail İp parkında dinleniyorum.
Gözlerimi kapıyor, korunun kokusunu içime çekiyorum. Mutluluk depolarıma aktarıyorum. Arka masada konuşmalara kulak veriyorum. Arkamdaki masada oturan grup koruya gitmeye karar verip oradan kalkıyorlar. Düşünüyorum da uzun zaman oldu koruya çıkmayalı… Çam ağaçları ve erguvanlarla bezeli, temiz havasıyla çay servisi ve koru böreği yapılan isteğe bağlı yemeğe de gidebileceğimiz kafeteryası olan bir yerdi koru.. Bir zamanlar çok daha güzel olan, zaman zaman çeşitli etkinliklerin baloların, şiir dinletilerinin, resim sergilerinin yapıldığı mekan… Şu an gençler oranın varlığından bile habersiz… Oysa bir zamanlar gençlerin gözlerden uzak vakit geçirdikleri en popüler mekandı…
Bazen her şey çok net Çatalca’da. Bazen bütün ince ayrıntılar flulaşıyor, korudaki şantiyeden yükselen bir toz bulutunun içinde kayboluyor. Gün geçtikçe eski doğal yapısını kaybediyor, binalar yükseliyor. Çatalca’ya farklılık katan güzelim koru uzaktan bakıldığında kafasına huni geçirmiş deli görüntüsünde adeta… Çatalca gelişti, büyüdü, kalabalıklaştı derken neler götürdü hayatımızdan bir düşünelim. Sosyal ve kültürel açıdan hiçbir gelişme olmadı hatta geriledi.
Cadde ve sokaklarındaki otomobillerin bolluğu, yüksek binaların çok olması, yolların, köprülerin olması yaşanılan yeri kent yapmaya yetmiyor. Orada tiyatro ve sinema salonları, resim galerileri, opera, kültür merkezleri, konser salonları ve çocuklar için parklar yoksa, geleceğin yazarları, ressamları, şairleri olan çocuklar günümüz yazarlarıyla, şairleriyle, ressamlarıyla buluşamıyorsa orada kentleşmeden söz etmek mümkün değil.