Samsun’da gerçekleşen olay ilk değil!
Son da olmayacak!
Atatürk’e saldıranlar her zaman vardı.
Her zaman da olacak.
Çünkü cemaat ve tarikatlar yoluyla kolay yoldan köşeyi dönmek ya da siyasi amaçlarına ulaşmak isteyenler her zaman bu hastalıklı ruh halini besleyecek.
İşin ilginci, bu hastalıklı ruh halini besleyenlerin olayların kışkırtma amacıyla yapıldığını vurgulaması!
Sürekli saldırganların alkolik ve sabıkalı omlarından dem vurması!
Elbette kışkırtma amaçlı ama kışkırtmak isteyenlerin bu kadar kolay kışkırtıcı bulabilmeleri tuhaf değil mi?
Bunu engellemek, vatandaşlara insani şartlar sağlayarak bu tip oyunlara gelmemelerini sağlamak kimin görevi?
Şöyle sorayım:
Kışkıran mı, kışkırtan mı? Yoksa kışkırtmak isteyenin maşası olan beyinsiz saldırgan mı suçlu?
Bence hiç biri değil, halkına insani şartları ve asgari eğitimi sağlamamış olan, oradan oraya savrulmasına izin veren hükümetler sorumlu!
Çalışanlar daha zamlı maaşlarını almadan eksiye geçti!
Ne yapılırsa yapılsın önüne geçilemiyor artışların!
Faizleri dövize endekslemek dahi kurtaramadı.
Bir şekilde temin edilen sıcak paralar anında buharlaşıp gidiyor.
Ekonomik olarak yapılan bütün müdahaleler yetersiz kalıyor.
Neden sizce?
Bence ekonomi sadece ekonomi politikalarıyla ilgili değildir de ondan!
Son beş altı yıldır hemen hemen hiçbir kuruma ehliyetli yöneticiler atanmadı!
Tarım herkesin malumu…
Hukuk sistemi içler acısı…
Eğitimi hiç sormayın…
Sağlık içlerinden en iyisi gibi görünse de sağlıkçılar da hallerinden hiç memnun değil!
Varsa yoksa ekonomi…
Ancak güven ortamı olmayan, sağlam ayaklarla yere basmayan bir ülkeye istediğiniz kadar kaynak sağlayın!
Oradan oraya savrulurken çarçur olan kaynakları izlemekten fazlasını yapamazsınız!
Yorgun bir hükümet doğal olarak işletme körlükleri yaşayacaktır.
Kendisine sunulan sanal iyileşmelere kanacaktır.
Elbette tazelenmesi ve yenilenmesi gereklidir.
Ama bunu sağlamak ve alternatif üretmek de muhalefetin görevi değil midir?
İktidarı diktatörlükle suçlayan bir muhalefet düşünün…
Koltuğuna yapışmış, kokuşmuş muhalif liderler kazanan lidere diktatör diyor!
Kazananı, bırakıp gitmemekle suçluyor!
Aralıksız, defalarca kazanan partinin liderini tek adam olmakla itham ediyor!
Adam kazanıyor, gücü elinde tutuyor, doğal olarak haklı olduğuna inanarak istediğini yapıyor.
Yani kazananın çekip gitmesini bekleyen, onu bırakıp gitmemekle suçlayan hastalıklı bir ruh hali mevcut!
Ne beklersiniz?
Bir kaybedince, iki kaybedince, üç kaybedince, olmadı dördüncüyü de kaybedince beceremediğini fark edip gitmesini beklersiniz değil mi?
Ama hayır!
Gitmiyor!
Defalarca kaybetmemesine rağmen koltuğunu bırakmamanın bir yolunu buluyor!
Sırf koltuğunu korumak, partisindeki muhaliflere fırsat vermemek için karakterinden vazgeçerek iktidar yancısı olmayı kabullenenler var.
Kısacası kaybedenler bile koltuğundan bir türlü vazgeçemiyor.
İşin komiği bunun diktatörlük olduğunun farkında bile değil!
Tencere dibin kara seninki benden kara misali…
Siz bunların bir de kazandığını düşünün!