Biz böyle bir toplum değildik.
Gün geçtikçe şiddet olayları artıyor ve şiddet, kan, gözyaşı, acı ve kederlerin hüküm sürdüğü son zamanların kasvetli havasından sıyrılıp, hayatın gerçekliğini güzelliklerini göremez olduk.
TV’yi açtığımızda kadına şiddet haberleri, sokağa çıktığımızda hayvana işkence görüntüleri, doğaya yapılanlar sinirlerimizi yıpratmış durumda. Türkiye’nin ve dünyanın gündemi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası bir insan hakları sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden bahsetmek istiyorum. Yaptığım araştırmalara göre:
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, bilinen adıyla “İstanbul Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşmedir. İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılıyor.
Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Kadınlara aslında hayatı zorlaştıran bu erkek egemen toplum mantalitesidir.
İstanbul Sözleşmesi’nin önemi, kadının korunması başlığında uluslararası hukuk alanında bugüne dek ortaya çıkmış en ileri metin olmasıdır. Bu metin, kadını hedef alan şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için üstlenilen taahhütler ve getirilen kurumsal mekanizmalar anlamında daha önce kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin çok önüne geçmiştir.
Ancak sözleşmenin en kayda değer yönü, kadının toplum içindeki statüsünü tarif ederken erkek karşısındaki konumuyla ilgili olarak temel aldığı evrensel eşitlikçi bakıştır. Sözleşmeye hâkim olan bakış, sorunun temelini erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yolunda tarihten gelen yerleşik kabulde görüyor. İstanbul Sözleşmesi, işte bu kabulün kırılması anlamında tarihi bir metindir.
Sözleşme, bunu yaparken “toplumsal cinsiyet” kavramından yola çıkıyor, kadınlara yönelik şiddetin yapısal niteliğinin “toplumsal cinsiyete dayandığını” belirtiyor.
Sözleşmeye göre, bu kavramdan hareket edildiğinde, “Kadına karşı şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan mekanizma” olarak karşımıza çıkıyor.
Daha sonraki ‘Önleme’ başlığı altında ‘Genel yükümlülükler’ sıralanırken, metinde ortaya konan şu hedefin altını özellikle çizmek istiyorum:
Taraflar, kadınların aşağı bir cins olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli önlemleri alırlar.
Somut düzenlemelere gelince…
İstanbul Sözleşmesi şiddeti önlemek, kadınları korumak, şiddete ilişkin konularda ise; “Zorla gerçekleştirilen evliliklerin feshi, iptali ve sonlandırılmasını sağlamak” buna dahildir. Bu çerçevede ceza davaları da kastedilerek, şiddete dönük hafifletici mazeretlere de kapıyı kapatıyor İstanbul Sözleşmesi: “Taraflar, kültür, örf ve âdet, gelenek, din veya sözde ‘namus’un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret olarak kullanılmamasını sağlayacaklardır.”
Getirilen bir başka kritik düzenleme, her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak ‘arabuluculuk ve uzlaştırma’ da dahil olmak üzere ‘zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçleri’ni yasaklanmasıdır. Bu şekilde şiddetin üstünü örtme arayışlarına set çekilmiş oluyor. Devrimci nitelikteki bir başka yönü “resen yargılama” ilkesinin getirilmiş olmasıdır. Buna göre, açılmış olan soruşturma ve kovuşturmaların “Mağdurun ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesi sağlanmalıdır”.
Mağdurların damgalanma, misilleme korkusu, faile ekonomik bağımlılık, hukuk okuryazarlığının olmayışı, dil engeli veya hukuk uygulayıcı yetkililere güvensizlik gibi nedenlerle şiddet olaylarını bildirmekten çekiniyorlar. Uzmanlar tecavüz ve diğer cinsel şiddet biçimlerinin “mağdurlar tarafından neredeyse hiçbir zaman bildirilmediğinin” altını çiziyor.
Şiddetin otoriteye bildirilmemesi konusu!
Biliyoruz ki kadın şiddet görüyor ve utanıyor bildirmiyor. Çünkü polisten de tepki görüyor suçlanıyor.
Türkiye’deki kadınların %25’inden fazlası 18 yaşından önce evleniyor hatta bu oranın kırsal bölgelerde %32’ye kadar yükseliyor. Bu nedenle, uzmanlar erken yaşta ve zorla evliliklerin ele alınması gereken bir sorun olduğunu dile getiriyorlar.
Türkiye’deki kadınların %27’sinin hayatlarında en az bir kez ısrarlı takibe maruz kaldıklarını belirtmelerine karşın ısrarlı takip Türk Ceza Kanunu’nda ayrı bir suç olarak tanımlanıyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni ve onun ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan kısıtlayıcı koşullar nedeniyle endişe artıyor.
İstanbul Sözleşmesi kadın cinayetlerini durdurmak için önemli bir araç. 2005 yılından itibaren Avrupa’da kadına şiddetin önlenmesi için kampanya başlatılmış ve Kampanyanın kamuoyuna duyurulduğu ilk toplantı, Sosyalist Başbakan Zapatero döneminde Madrid’de yapılmış. Kampanyanın İspanya’da başlatılmış olması anlamlı. Çünkü İspanya o dönemde Avrupa’da kadın cinayetlerinde rekora sahip ülkelerden biriydi. Bugün İspanya kadın cinayetlerini 10 yılda yarı yarıya düşürmeyi başarmış bir ülke. Yıldan yıla bu sayıyı düşüren İspanya neler yapmış? Şiddete maruz kalan kurbanlara hukuki ve psikolojik destek sağlayan merkezler kurmuş. Bizdeki gibi bir “alo şiddet” hattı da devreye girmiş. Ancak en önemlisi İspanya’da eşi ya da eski eşinin şiddetine uğrayan kadınlar konusunda uzmanlaşmış özel mahkemeler de kurulmuş. Bu mahkemelerde, yargıçlar başvuru dosyasını 72 saat içinde hazırlamak ve 15 gün zarfında dava açmak zorundalar.
Bu çok önemli çünkü unutmayın ki, cinayete kurban giden kadınlar çoğunlukla önceden resmi makamlara şiddete uğradıklarını, tehdit edildiklerini beyan eden kadınlar. Yukarıdaki İspanya örneğinde gördüğümüz mekanizmaları kurmak hayat kurtarıyor. Bu adımları atmak çok mu zor?
Türkiye kadınlar için son derece önemli maddeler içeren bu sözleşmeyi onaylayan ilk ülke. Fakat durum böyle iken rüzgar neden tersine döndü. Kadınlar yıllardan beri “öldürülmek istemiyoruz” diyor ama kulaklar sağır.
Son 11 yılda 2 bin 714 kadın, erkekler tarafından öldürülmüş. Kadın cinayetleri durdurulamaz ya da önlenemez doğal afetler değildir. Kadına şiddet cezasız bırakılmamalıdır. Bunlara ek olarak devletler, kadınları güçlendiren politikalar üretmekle yükümlüdür.
Son günlerde adını sıkça duyduğumuz “GREVIO” İstanbul sözleşmesi denetim organının adıdır.
İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlara yönelik şiddetle mücadele için etkili bir araç mı olacağı, yoksa kağıt üzerinde kalacak bir şeye mi dönüşeceği biraz da GREVIO’nun çalışma yöntemiyle ilgili.
İstanbul Sözlemesi neden önemli?
Şiddetle mücadele ve şiddetin ortadan kaldırılması, önce bu şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı niteliğinin anlaşılıp bunun üzerine çok yönlü politika ve önlemlerle gidilmesine bağlı. İstanbul Sözleşmesi bu nedenle çok önemli. Çünkü Avrupa’da ilk defa özelikle kadına yönelik eril şiddet ve bu şiddetin toplumsal-yapısal nedenlerini göz önüne alan ve devletler üzerine yasal olarak bağlayıcılığı olan bir sözleşme yapılmış oldu.
Şiddetin otoritelere nadiren bildirilmesi, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına yönelik kısıtlamalar, zorla ve erken yaşta evlilikler ve mağdurun suçlanması gibi sorunların sürece gölge düşürdüğü belirtildi.
GREVIO, kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi ve bağımsız bir yaşam sürebilmeleri için, finansal destek, eğitime erişim ve istihdam, ücretsiz çocuk bakımı ve erişilebilir barınma hakkı gibi imkanlar sunulması gerektiğini söyledi. Mağdurun, saldırgandan şikayetçi olsa da olmasa da tüm hizmetlerden faydalanabilmesi gerektiğini hatırlattı.
Başta cinsel saldırı olmak üzere, şiddet vakalarının resmi mercilere çok az yansımasının da bir sorun olduğunu belirten GREVIO, hayatta kalanların şiddete karşı kurumsal tepkiye güven duymalarının sağlanmasının amaçlanması gerekiyor.
Şiddete karşı kurumsal tepkiye güven duymalarının sağlanması gerekiyor.
Görevini yerine getirmeyen, şiddet eyleminde bulunan, şiddeti görmezden gelen ya da mağdurları suçlayan devlet görevlilerinin sorumlu tutulması,
Güvenlik güçleri ve yargı memurlarının psikolojik şiddet konusunda farkındalıklarının arttırılması gerekiyor.
Sözleşmedeki bazı terimleri sorunlu görenler ve onlara itiraz edenler var. Ancak İstanbul Sözleşmesi’ni okuyanlar terimlerin açıklamalarına da sözleşmede yer verildiğini göreceklerdir. Toplumsal cinsiyet, eşcinsellik ya da cinsiyetsizleştirme değildir. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkeğe eşit fırsat verilmesi anlamına gelir. Cinsel yönelim kavramı dördüncü maddede geçmektedir. Şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması, din, dil, ırk vb pek çok unsurla birlikte, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır.
Önsezileri yüksek
Büyük olaylarda
soğukkanlı davranır, yatıştırır. Duyguları keskin, ince ruhludur. Anaçtır, toparlayıcıdır.
Şiddete karşı durandır kadın… Ülkelerin geleceklerini belirleyen kadınlardır.
Aydınlık bir dünya için, kadına yönelik şiddeti yok etmeli, kadınlar üzerindeki baskıyı kaldırarak ayrımcılığa son vermeliyiz. Atatürk’ün “Kadınları geri bırakılan toplum, geride kalmaya mahkûmdur” sözleri geri kalmışlığımızı ne kadar da güzel anlatıyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni ve onun ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan kısıtlayıcı koşullar nedeniyle endişeler artıyor. Sivil toplum örgütlerinin yetkililerle ortak çalışmalar yürütülmesinin önünün açılması ve çeşitli merkezler ile sığınaklar işleten bu örgütlerin finansal olarak desteklenmesi gerekiyor.
Sözleşmenin geçmesinden sonra aynı yıl 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ çıkartılmıştır. Bu yasayla sözleşmenin özellikle koruma ve kovuşturmaya ilişkin düzenlemeleri önemli ölçüde ulusal mevzuatın da bir parçası haline gelmiştir. Gerek sözleşme gerek çıkartılan yasa, Türkiye’de kadınları şiddetten koruma ve toplumdaki statülerini güçlendirmeleri yönünde çok ileri kazanımlar getirmiştir. Ancak getirilen bu düzenlemelere rağmen kadına dönük şiddetin sıkça ölümle de sonuçlanıyor olması, değil değiştirmek, sözleşmeye her zamankinden daha çok sahip çıkmamızı zorunlu kılıyor.
Kadının öldürüldüğü, tacize, tecavüze ya da farklı şiddet türlerine maruz kaldığı ülkemizde İstanbul Sözleşmesi, biz kadınlar için çok önemlidir. Sözleşmenin kaldırılmasından yana olanlar İstanbul Sözleşmesini tekrar tekrar okuyup incelemeli… Bugün uygulanıyor olsaydı bir çok kadının hayatta olacağı unutulmalıdır.
Avrupa Birliği’ne (AB) girmek için bekleyen bir ülkenin uluslararası bir sözleşmeyi kolayca feshedemeyeceğini bunun ülkemiz için olumsuz sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum.
“Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi halinde kadını koruyamazsınız, şiddeti önleyemezsiniz ve ne yazık ki kadınları bu şiddete boyun eğmeye mahkum edersiniz. Şimdi kadınlar bir parça bu haklarını kullanıp en azından koruma kararı alabiliyorlar. O zaman kadını tamamen korumasız bırakırsınız.
Kaldı ki sözleşmeden çekilmeden de durum düzeltilebilir. Türkiye gibi erkeği kadından üstün gören zihniyetin toplumun geniş bir kesiminde hala çok baskın olduğu bir ülkede, İstanbul Sözleşmesi’ndeki kazanımlardan geri adım anlamına gelecek en ufak bir adım dahi, yaratacağı olumsuz atmosfer ve psikolojiyle kadınların aleyhine sonuçlanacaktır.
Sözleşmesinden imzanın çekilme hususunun tartışılmasını büyük bir kaygıyla izlemekteyiz.
İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi söylemi bile şiddeti arttırıcı bir etki yaratmakta, kadınları şiddete karşı korumasız kılmaktadır. Sözleşmeden imzanın çekilmesi kadınları, çocukları şiddete açık hale getirecek, devlete başvuranların önü kesilecek; bundan kadınlar, çocuklar olumsuz etkilendiği kadar ülkemizin dış dünyadaki itibarı da zedelenecektir.
İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle ve her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla kadına şiddetin ortadan kalkacağına inanıyorum.