Hayat çatışmalardan ibaret…
Neredeyse hiçbir alanda birbiriyle çelişmeyen unsurlara rastlamamak mümkün değil.
Güdüleyici dinamikler arasında yer alan çatışmalar elbette güzel.
Ama biz bunu oldukça yanlış anlıyoruz sanki!
Mesela herkes başkasından devasa adımlar beklese de kendisi en ufak bir adım atmaya yanaşmıyor.
En hümanist geçinenler insanları din, dil, ırk ya da coğrafi aidiyetlerine göre değerlendiren ve yargılayan cümleler kurabiliyor.
Saygıdan, sevgiden bahsedenler sadece kendisi gibi düşünenlere saygının ötesine geçemiyor.
Düşünce özgürlüğü savunucuları kendi düşüncelerinden olmayanlar için aynı mücadeleyi gösteremiyor. Herkes farklı düşünenleri bastırmaya çalışırken düşüncelerini dile getirenleri ötekileştirmeye çalışıyor.
İlkelerden en çok bahsedenler bir takım çıkarlar için ilkelerini kolaylıkla değiştirebiliyor ya da mevcut duruma adapte edebiliyorlar.
Herkes vatan sevgisinden dem vururken milli çıkarlar ideolojik arka bahçelerin çıkarlarıyla sınırlandırılabiliyor.
Genel olarak durum böyleyleyken siyasi tablonun farklı olması da beklenemez tabi:
Mesela kurtuluş savaşı, mücadele ve zaferden bahsederken bunların mimarı olan Mustafa Kemal’den söz edilmeyebiliyor.
Yüz yıl önce ülkemizin kaderini belirlemek isteyen batılıları en çok eleştirenler bugün başka ülkelerin kaderini belirlemeye çalışabiliyor. Başkaları yaparken eleştirdiği pozisyonuyla gurur bile duyabiliyor.
Devletin bakanı icraat yerine acziyetle evladını dağa kaptıran annelerle boynu bükük otururken milletin vekili mecliste dağa çağırabiliyor.
Kendi ülkesinde çevreye zarar veremeyen şirketler bizim ülkemizde istediği gibi at koşturabiliyor.
Bir taraftan yüksek binalarla şehirlere ihanet ettik denirken diğer taraftan birçok şehirde daha büyükleri inşa edilebiliyor.
Mevcut liderler birileriyle yollarını ayırmadan bugünlere gelmiş gibi yeni bir şey söyleyenleri linç edebiliyor.
Ülkenin tasarrufa en ihtiyaç duyduğu günlerde en fütursuz harcamalar yapılabiliyor.
Eğitim, adalet, sağlık kalemlerinden sürekli tasarruf edilmeye çalışılırken inşaat ve diyanet alanlarında tam tersine har vurup harman savrulabiliyor.
Devlet kadroları oluşturulurken liyakat ve yeterlilik çığırtkanlıkları yapanlar, yetki alınca kendi çevrelerinden başkalarının yeteneklerini ve liyakatini dikkate almıyor.
Ülke ekonomisi oldukça güzel tablolarla anlatılırken paramız durumun tam tersini gösteren dalgalanmalarla sürekli sarsılabiliyor.
İç piyasayı canlandırmak için faizler zoraki düşürülürken kredi maliyet oranlarında daha da artış olabiliyor.
En FETÖ’cüler bir anda FETÖ karşıtı olabilirken en FETÖ karşıtları FETÖ’ cülükten tutuklanıp yargılanabiliyor.
Bir zamanların en suçlusu kabul edilerek, Ergenekoncu ya da Balyozcu diye çekmedikleri eziyet bırakılmayan yüzlerce vatanseverin bir anda mağdur olduğu söylenebiliyor.
Birbirinin arkasından yapmadığı hakareti bırakmayan siyasetçiler bir araya geldiklerinde gülücükler saçabiliyor.
Ancak bilim ve teknolojiyle ilerleyebileceğimizi söyleyip duranlar sürekli askeri yatırımlarla bir polis devleti kurmaya çalışıyor. Korkutarak, bastırarak, yok sayarak sorunların çözüleceğine inanabiliyor.
Çözüm için tek yolun eğitim olduğun bilenler dahi popülist adımlardan öteye geçemiyor, elle tutulur adımlara yanaşmıyor.
Gelişmiş bir ülke olmak istiyorsak eğitimin temel bir gereklilik olduğuna ikna etmesi gerekenler dahi eğitimin paradan daha önemli olduğuna inanmıyor.
Eminim benim şu an aklıma gelmeyen daha birçok şey ekleyebilirsiniz…
Kısacası çoğumuz yanlış iliklenen ilk düğmeyi görmeden sonrakileri doğru ilikleyebileceğimizi sanıyoruz.
Asıl sorunları görmezden gelerek kendi sorunlarımız çözebileceğimizi sanıyoruz.
Gemisi kurtaran kaptanın ülkesini kaybedince ne yapacağını düşünenimiz var mı?
Varsa Allah yardımcısı olsun!