Neredeyse bir yıldır okullar kapalı.
Yarı zamanlı çok kısa bir süre açılsa da bir şey anlaşılmadı.
Uzaktan eğitimin yeterliliği hakkında tartışmalar bir türlü bitmedi.
Yoklama alınacak mı alınmayacak mı derken alınmamaya karar verildi.
Sınav yapılacaktı, yapılmayacaktı derken yapılmamaya karar verildi.
Apar topar sınavlara hazırlık yaptırılan öğretmenlerin bütün emekleri boşa gitti.
Derse giremeyen öğrencilere tablet dağıtıldı ama dersle ilgisi olan ve ihtiyacı olandan ziyade, dersle ilgisi olmayan öğrencilere verildi.
Devam zorunluluğu olmayan, sınav da yapılmayan öğrencilere not verilmesi isteniyor şimdi!
Öğretmenin üzerine öyle bir vebal yükleniyor ki sormayın gitsin.
Daha önce birçok konuda olduğu gibi bu konuda da geri adım atılacak ama geç oluyor sonra.
Bir şekilde harcanan emekler heba ediliyor…
Aslında yapılması gereken tek bir şey var:
O da bu yılın hiçbir şekilde akademik hesaplara katılmaması…
Daha önce de dile getirmiştik:
Ya bütün yıl tekrar edilmeli ya da herhangi bir notlama yapılmamalı.
Hani her şey not değildi…
Bunu göstermek için daha iyi bir fırsat olabilir mi?
Sürekli İngilizce konusunda neden başarısız olduğumuz söylenip duruluyor.
Avrupa’daki her ülke, her vatandaşına yeterli olan İngilizce bilgiyi kazandırırken…
Asya’daki birçok ülkenin vatandaşı derdini anlatabilecek İngilizceyi konuşabilirken…
Bizden her konuda fersah fersah geride olan Arap ve Afrika halkları dahi kırık dökük de olsa derdini anlatabilirken…
Biz neden öğrenemiyoruz?
Ya da neden öğretemiyoruz?
Öğrenci, öğretmen, kitap, sistem…
Kimi suçlarsanız suçlayın.
Aslında şöyle sormak gerekiyor soruyu: Hangisini öğretebiliyoruz ki?
Matematiği çok mu iyi öğretiyoruz?
Ya da fen bilimlerini…
Edebiyat, felsefe ya da sosyal bilimleri…
Hepsinden önemlisi anadilini kullanmayı ve temel anlama ve anlatım yeterliliğini kazandırabiliyor muyuz çocuklarımıza…
Uzaktan eğitimde bile tüm derslerde geleneği bozmadan ezberci yöntemleri sürdürenler çoğunlukta.
Aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar beklemekten öteye geçemiyoruz yine.
Neden İngilizce ya da matematik öğretemediğimizi tartışmadan önce bunu konuşmamız gerekiyor bence.
Bunu başarabilirsek gerisi kendiliğinden gelecektir.
İnsan bilmediği şeylerden korkarmış.
Kitabı bilmeyen de kitaptan korkuyor doğal olarak.
Sayıları fazla olmasa da çocuğu çok kitap okuyunca onun geleceğinden endişe eden veliler var ülkemizde!
Çoğunluğa bakınca da kendileri televizyon izlerken ya da eğlenirken çocuklarının kitap okumasını isteyen veliler çıkıyor karşımıza.
Bu şartlarda öğrencilerine okumayı sevdirmeye çalışan öğretmenler var bir de…
Çaresizce kendilerini tüketirken veliden destek alamayan ve bu ağır yük altında ezilen öğretmenler…
“Okumayan bir veli kitlesinin ağır “kütlesi” altında ezilmeye mahkum bırakılan bir öğretmen zümresiyle karşı karşıyayız…” diyor Müge
İplikçi, Notos dergisinin “En Önemli 100 Çocuk Kitabı Soruşturması”nın yer aldığı sayısında.
Öğretmenleri buna mahkum edenin velilerimiz olduğunu söylemek haksızlık olur.
Onlar da ne gördüyse onu gösteriyor sonuçta.
Sınırlarını aşmaya çalışan küçük bir azınlık olsa da çok yetersiz görünüyor şimdilik.
Neticede olan yine öğretmene oluyor anlayacağınız.