Türkiye’de “istikrar” denince, bir iktidarın uzun bir süre iş başında kalabilmesi ya da etkin ve hızlı karar verebilmesi algılanmaktadır ki, bu algılamanın demokratik açıdan birçok sakıncası vardır.
Eğer “istikrar” sadece uzun bir süre işbaşında kalabilme veya etkin ve hızlı karar verebilme ise; Stalin, Hitler veya Saddam’dan daha “istikrar” lı iktidarlar düşünülmezdi.
Oysa çağdaş demokrasilerde istikrarla kastedilen demokratik normların, kuralların ve kurumların sürekliliğidir.
Eğer demokratik normlar, kurumlar ve kurallar süreklilik arz ederse, iktidarların öngörülenden daha erken yer değişmesi, herhangi bir sakınca oluşturmadığı gibi, halkın tercihlerine daha sık başvurulmasından dolayı daha demokratik de sayılabilir.
Macera peşinde koşan, tatmin olmaz ihtiraslara sahip ve iktidarlarının sınırını çizemeyen siyasal liderlerin kendi toplumlarını ve dünyayı nasıl ateşe verdiklerinin çok sayıda örnekleri de var.
Maceracı liderlerin, giriştikleri akıl almaz politikalar sonucu hayatların kaybeden insanlar, günahsız ve her şeyden habersiz çocukların ölümleri, ülkelerin yıkımları.
Ben değil, ders kitabı ve tarih Türkiye’de “istikrar” denince aynen böyle anlatıyor.
Aslında bunları gördük ve görmeye de devam ediyoruz.
İktidar ve istikrar dediğimizde, yalnızca siyasal olarak ta bakmamak gerekir diye düşünüyorum.
Eğer yerele inersek durumda çok fazla değişiklik göremiyoruz.
İktidara doymamış, yıllardır belediye başkanlığı koltuğunda oturan maceracı belediye başkanları, siyasi partilerin il ve ilçe başkanları, STK başkanları
Bir yanda da refah ve güvenlik içinde yaşamayı hayal eden, ancak her seferinde istikrar düşüncesiyle aynı koltukları işgal edenleri yine aynı göreve getiren, her seferinde hayal kırıklığına uğrayan yurttaşlar.
Bu durumda söylenecek tek söz ise “insanlar tercihleriyle yaşar” oluyor.