Gözün izi kalırmış bakışların değdiği her yerde.
Değdiği yere ait olur her göz bakmaya devam ettikçe…
İnsan neye bakarsa onunla besler ruhunu aslında.
Bakışların sürmesi zihnin istemsizce dikkatini ona vermesinden değil midir?
Onu anlamak, onu duymak, onu koklamak, onu tatmak, ona dokunmaktır o andaki arzusu.
Dikkatsizce bakıp geçmediyse birçok iz bırakır bakılanla bakan birbirinde.
“Dikkatsizliklere dikkat etmek gerekir.” mealinde bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum bir zamanlar.
Neden unutamadım bilmiyorum.
Herhalde istikrarlı bir şekilde dikkatsiz olan birçok insan tanıdığım içindir.
Hatta çoğu zaman kendimi de bu guruba dahil etmemden de olabilir.
Dikkatsizliğin bilerek mi yoksa bilmeden mi yapıldığını çok sorgulamışımdır.
Çoğu kez de durumsal yaklaşımlara bağlamışımdır sonunu.
Bakışlardaki dikkat de böyledir herhalde; kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek de olsa duruma göre farklı amaçlarla bakarız dünyaya.
Freud’un bakılanda ilgi bakılmayanda ilgisizlik araması da bu yüzdendir sanırım.
Ama işin daha ilginç bir tarafı daha var:
Kimi zaman bakmadan dikkat eder insan.
Delicesine ilgilenmesine rağmen ilgilenmiyormuş gibi görünmek ister.
Kendini gizleyerek hedefini gözleyen bir nişancı gibidir.
Ama vurmak için nişan alan değildir.
Acısıyla acıtmaz kimseyi, zehirli oklarla bakmaz.
Gözlerin daldığı dünyalara gitmek ister sadece.
Sessizce ilgi duyduğu okyanuslara dalmak
Ve merak ettiği derinlikleri görmek...
Gözün izi demiştik ya…
Göz döner kendi dünyasına ama izi dolaşır gidilmek istenen okyanuslarda…
Çekimin bedensel ve kimyasal olarak yorumlanması büyük bir yanlış olabilir bunun için.
İnsanın anlayamadığı başka nedenleri vardır birçok şeyin!
Gerçekler mi yoksa gerçek olduklarını düşündüklerimiz mi daha gerçektir diye düşünenler vardır aramızda.
Baktıklarından şüphe duyanlar…
Ya da doğru bakıp bakmadıklarını sorgulayanlar…
Siz nasıl baktığınızı düşünüyorsunuz?