Neyi Doğru Öğretiyoruz?
İngilizce öğretemiyoruz!
Ne yaparsak yapalım olmuyor!
Müfredat değiştiriyoruz, yurt dışı yayınları kullanıyoruz, hazırlık sınıfları okutturuyoruz…
Olmuyor, olmuyor, olmuyor…
Bazı ülkelerin ortaokul seviyesinde kazandırdığı dil yeteneğini üniversitede kazandıramıyoruz!
Uzmanları bu işin gramerle değil uygulama ortamlarıyla çözüleceğini defalarca dile getiriyor.
Biz de ona göre kitaplar getiriyoruz.
Yine olmuyor!
Neden acaba?
Aslında nedeni gayet basit: Uygulamanın kağıt üzerinden farklı olması!
Yapıldığını gösteren belge ile gerçek yapılanların alakasız olması!
Kısacası temel sorunlarımızın hepsiyle aynı!
Kısa yoldan bir şeyler yapılıp bunun da iyi bir şey zannedilmesi…
Daha açık anlatayım:
İngilizceyi öğretemiyoruz, tamam!
Peki matematik öğretebiliyor muyuz?
Fizik, kimya, biyoloji…
Felsefe, tarih, coğrafya…
Türkçe, edebiyat…
Temel anlama anlatım kazanımlarını dahi yeteri kadar kazandıramıyoruz!
Hangisinin tüm eğitim kurumlarında hakkıyla öğretildiği söylenebilir?
İlk, orta, lise eğitiminin yanında dershane, etüt, özel ders…
Sonuç…
Harcanan onca emek, zaman ve paraya rağmen beklenen ilerleme söz konusu değil.
Bunun nasıl yapılacağı gayet açık olmasına rağmen biz yeni yöntemler arayıp, deneyip duruyoruz!
Yapmamız gerekeni yapmayıp kendi bildiğimizi okuyoruz; anlatıyoruz da anlatıyoruz…
Konu anlatımıyla kazanım sağlansaydı dünyanın en eğitimli insanları şüphesiz ülkemizde olurdu!
İşin kötüsü bir ay süre ayrılan konuyu on dakikada anlattığını iddia eden eğitimcilerimiz bunu büyük bir iyilik zannediyor!
İyilik mi?
Çok iyi bir milletiz vesselam!
İyilik yapmaya bayılırız!
İyilik yaparak vicdanlarımızı rahatlatırız!
Mesela öğretmenlerimiz:
Konuyu anlatarak iyilik yapar öğrencisine…
Ne o öyle etkinlik metkinlik yapıp zaman kaybetmek!
Zor olan etkinlikler yerine kolay anlatım ve ezber çok daha caziptir çünkü!
Ya da hak etmediği notu vermek, öğrenciye bir şeyler kazandırmaktan çok kolaydır.
Okulda yıllarca öğretemediğini dershanede bir derste öğrettiğine inandırmak harikadır vicdanları rahatlatmak için!
Ya da siyasilerimiz:
Torpille iş çözerek iyilik yapar birilerine!
Hak etmediği mevkilere getirerek…
Devlet işlerini ihale ederek…
Bulunduğu yeri borçlu olduklarını memnun etmek zorundadır çünkü!
Ve kendine borçlu olan birileri olsun ister.
Öyle bir devlet oluşur ki sonunda, halkını iyiliğe boğar!
Gıda, yakacak derken okunmayan kitaplar bile dağıtılır.
İnsanlarını hakkını vermek yerine yardım etmek daha havalıdır çünkü!
Dolayısıyla anne babanın çocuğuna, işverenin işçisine, amirin memuruna iyilik yaptığı bir toplum inşa edilir.
Aile çocuğun zora alıştırmak ve geliştirmek yerine önünü temizleyerek iyilik yapar…
Çocuğuna gösterecek sabrı yoktur çünkü, bir an önce hallolsun ister hallolması gerekenler!
İşveren işçisine erzak ve ikramiyelerle iyilik yapar…
Hakkını maaşına yansıtırsa minnet duygusu oluşturamaz çünkü!
Amir memurunun olumsuzluklarını görmezden gelerek iyilik yapar…
Düzeltmek için harcanması gereken emek daha zordur çünkü!
Aslında zordan kaçıp kolay olanı tercih eder herkes.
Böylece kimsenin keyfi kaçmadan vicdanlar rahatlatır!
Velhasıl kelam böyle yürür güzel ülkemde işler…
Yaptıkları iyiliklerle tüm sorumluluklarından sıyrılır insanlar!
Yani iyilikten gördüğü zararı hiçbir şeyden görmemiştir bu topraklar.
Şöyle bir düşününce en büyük iyiliğin iyilik yapmayı bırakmak olduğu geliyor insanın aklına!
En azından bizim ülkemiz için!
Hiç olmazsa eğitim alanında!
Evet bu zor bir iş:
İyiliği bıraktığımız anda çok daha büyük sorumluluklarla yüzleşeceğiz!
Vicdanlarımız bu kadar kolay rahatlamayacak!
Şimdiki gayretimizin kat kat fazlasını göstermemiz gerekecek!
Ama ülkemiz için değmez mi?
O zaman belki bir şeyleri de öğretebiliriz!