Yarın yani 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü..
Ben, bir çok kadının şiddet mağduru olduğu; yolda, sokakta, işinde, evinde yaşamın hemen her anında ağız dalaşıyla başlayan kavgalarda yaşamını yitirenlerin giderek arttığı, insanın insana, kendine, doğaya katliamının var olduğu bir Ülkede yaşıyorum.. Hiçbir ”şiddet” olayı münferit değildir. Ve eğer yaşadığınız Ülkede adalet sistemi işlemiyorsa şiddeti bir sorun çözme biçimi olarak gören insanların sayısı giderek artacaktır. Kültürel olarak yaşadığımız toplumda şiddet çok yaygınsa o toplumda yetişen çocuklar erişkinlik dönemine geldiklerinde şiddet uygulamaya başlayacaklardır. Etken her ne olursa olsun hiçbir ”şiddet” masum değildir ! Ve doğaya baktığımızda şiddet eylemini gösteren tek canlı ”insan” dır. Şiddet eyleminin ortaya çıkmasındaki en temel etken, kişinin kendi kendine benliğinde kurgulamış olduğu olguya saldırı hissetme durumunda baş gösterir. Kişi, benliğindeki oyukları, açıkları, çatlakları ne kadar çok zayıf nesne ile doldurursa o nesnelerden birine saldırı hissettiğinde şiddet uygular. Yani bu da diğer bir deyişle yetersizlik, azlık duygusundan kaynaklanır. Düşünün, kendimiz için “adam gibi adam” dediğimizde bile kendimizi o kadar kolay ele veririz ki. En iyisini bile benliğimizde kurgularken ”gibi” diyoruz. Ne acı ki, güçlü olanın haklı olduğu bir düzen içinde yaşıyoruz. İşte bu güç olgusu alınmaya çalışıldığında şiddet ortaya çıkar ve genellikle ”erkeksi” olandan gelir. Kadınlar ve çocuklar toplumda güçlü gruplar olmadıkları için daha çok şiddet olaylarına maruz kalırlar.
Çözüm mü? ”Şiddet” sorununu eril zihniyetle, eril hukuk anlayışı ile imlaya gelmiş ‘erkeksi’ler çözemez. Hemen tamamı erkeksi olan bir Meclis çözemez. Kendindeki eksikliğe tahammül edemeyen hiç bir yapı ve anlayış çözemez. İşte bu yüzdendir bugün yaşadığım, ülkenin yasını tutmayı bekleyen mezarlıklarla dolu oluşu. Çünkü ölüler katillerini asla unutmazlar, kendilerini kimin öldürdüğünü bilirler..