00:14 - Silivri’de Vefa Parkı ve Basketbol Sahası’nın açılışı gerçekleşti
23:48 - Cumhuriyet coşkusu zirveye taşındı
23:39 - Büyükçekmece Cumhuriyetin 101’inci şan ve şeref yılını coşkuyla kutladı
17:07 - Silivri Belediye Başkanı Bora Balcıoğlu’ndan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajı
14:48 - Cumhuriyetin 101. şan ve şeref yılı gururla kutlanıyor
Eskilerin “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” dedikleri; çetin geçen kışların ilkbahara yüzünü döndüğü bir ayın, son anda hiç bitmeyecekmiş gibi geri gelen kışın kıyametini anlatmak için söylenmiş bir deyim olsa gerek. Odunu kömürü bitmiş, kilerinde, ambarında yiyecek stoklarının dibinin göründüğü, yoksulluk ve çaresizliğin artık katlanılmaz olduğu zamanlarda hayatta kalmak için elde avuçta ne varsa tüketilmek zorunda kalınışını ifade eder.
Ebette yoksullar için.
Ancak iklimler doğal olmayan bir şekilde değişti. Küresel ısınma, kentsel büyümeler o kadar devasa boyutlara ulaştı ki, kimi coğrafyalar ve kırsal hariç, kazması, küreği yerine binlerce ailenin doğalgaz faturalarını ödeyemeyip soğukta battaniye altında kapıdan olmasa da pencereden baktığı bir gerçek.
11 Mart 2020 de Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın ilk Korana Virüs olayının meydana gelişini resmi ağızdan açıklandığından bu güne, hayatı pencerelerden ve “Evde Kal” esprisiyle “evde gözetim” haline dönüştüğü bir süreçle karşı karşıya kalındıysa da “ eli kılıçlı hutbeler, lebaleb kongreler” hariç uygulamalarını yaşadık.
İstanbul’a Şubat’ın sonlarına doğru gelen kar, mega kenti beyaza gömdüyse de ömrü kısa oldu. Uzun aralıklardan sonra gelen kar, evlere hapsolmuş çocuklara geçici psikolojik bir terapi etkisi yaratsa da, barajlar kısmen doldu diye sevinsek de, pandemiyi kazanca çevirenlerle, ölüm kalım mücadelesi verenler arasındaki insani, ahlaki, vicdani, siyasi, ekonomik ve ideolojik çelişkilerin giderek keskinleşerek derinleştiğine tanıklık ediyoruz.
Bu durumun sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını küresel ölçekte dünya ekonomisini elinde bulunduran ülkelerin, “dünyanın efendileri, sahipleri, hatta mafya vari” tavır ve uygulamaları yeryüzündeki eşitsizliğin yine keskinleşerek derinleştiğine de tanıklık ediyoruz.
Tarihte daha önceki salgınların bölgesel ve kıtasal ölçekteki sınırlı kırımı, bu kez insanlığı top yekûn tehdit eder hale gelmesinden doğrudan kapitalizmin sorumlu olduğu açıkken, kapitalist haydutluk aşı gereksinimini ticari bir meta olarak pazarlarken, “kurtarıcı” rolüne soyunmaları ve dünyada üretilen aşıları daha üretim aşamasına gelmeden, dünya piyasalarında toplamış olmaları ahlaksızlığın dibi değilse nedir ki?
Kapitalizmin kendi krizini dünya halklarının soyulmasında ve bağımlılık ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi için bilinçli olarak üretilmiş olduğu komplo teorilerini dikkate almadan edemiyor insan. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, “10 ülke dünyadaki korona virüs aşılarının yüzde 75’ini alırken 130 ülkeye bir doz aşı bile gitmedi” demesi, yakın ve orta gelecekte kapitalist, emperyalistlerin dünyanın yeniden paylaşımında aşıyı bir silah gibi kullanılacağı bir dönemin eşiğinde olduğumuzu düşündürmektedir.
Hem ekonomisi, hem demokrasisi gelişmemiş, bir ulus devletten çok, yeryüzü alan paylaşımında sınırlara hapsedilmiş halk kitlelerinin tepesinde boza pişiren, emperyalist kapitalist dünyanın pazar CEO’su (Şirket üst yöneticisi) yönetimlerin, aşı üzerindeki etkileri ve bağımlılık ilişkileri elin eline bakacak kadar sınırlıyken, kendi ülkelerinde adil ve adaletli bir pandemi ve aşı mücadeleleri olsa olsa sansür ve üstünü örtme çabasından öte gidemezdi. Dünyadaki adaletsizlikten farklı düşünülemez. Önce zengine, sonrası lütuf ve propaganda.
Mart güneşi penceremden içeri gülümserken, parktaki At Kestane’sinin dallarına yuva yapma telaşındaki bir çift Saksağan’ı buruk bir hayranlıkla izliyorum. Durmadan küçük dal parçaları taşıyorlar. Bir haftada çatıyı sağlama aldılar bile. Sert kuzey rüzgârı sonu gelmeyen bir zelzele gibi dalları bir oyana bir yana sallasa da ve getirdikleri dalların bir kısmını uçursa da, azimle nesillerini devam ettirecek, yavrularını büyütecekleri yuvayı inşa etmeye devam ediyorlar.
Nasıl kurtulacağız bu cendereden diye “enseyi karartmaya” gerek yok, doğaya çevir yüzünü, orada her şeyin cevabı var. Yeter ki aklına zincir vurulmasına boyun eğme.