Günümüz televizyon programcılığı anlayışı bana hiç uygun değil. Diziler ve magazin programları rezalet. Diziler ve magazin programları halka empoze edilen gerçek dışı düşüncelerle dolu. Lüks evler, lüks arabalar, boya fıçısından çıkmış, doğallık yoksunu, estetik harikası kadınlar….
Günümüz televizyon programcılığı anlayışı bana hiç uygun değil. Diziler ve magazin programları rezalet. Diziler ve magazin programları halka empoze edilen gerçek dışı düşüncelerle dolu. Lüks evler, lüks arabalar, boya fıçısından çıkmış, doğallık yoksunu, estetik harikası kadınlar. Zenginlik içinde yaşayan, ahlaksız insanların gerçek hayatla hiç alakası olmayan yaşam biçimleri. Çarpık ilişkiler silsilesinin güzel bir şey gibi insanlara özendirilmesi. Gelenek, göreneklerimize uymayan aile yapılarıyla toplumu yanlışa yönlendiren senaryolar.
Geleneğimiz, örfümüz ve adetimiz bizlere unutturulmaya çalışılıyor. Aile yapımız bu kurgularla farkında olmadan zedeleniyor. Bu dizlerle bizleri gerçek olmayacak hayallerin içine çekerek düşünme yeteneğimizi kaybettiriyorlar. Bizlerde hiç farkında olmadan bu tuzağın içinde debeleniyoruz. Halbuki gerçek yaşam şartlarımız bu mu? Bizler böyle bir lüksün içinde mi yaşıyoruz? Tamamen kurgu tamamen kandırmaca ve sömürmece düzeni. Bir yandan toplum değerlerini kaybedip ahlaksızlaştırılıyor, diğer yandan lüks yaşamın özentisi içinde düşünmeden tüketen bir topluma dönüştürülüyoruz. Onlar işlerini yaparken hem eğleniyorlar hem para kazanıyorlar bizlerse hem sömürüyor hem de para ödüyoruz. Dizilerin sonunda sponsor olarak isimleri geçen firmalar aklımıza işte böyle işleniyor. Bizlerde onlar gibi giyinmek, onlar gibi yaşamak istiyoruz ve onun hayalini kuruyoruz. Cebimizde olmayan parayla çılgınlar gibi harcamalar yapıyoruz. Tüketirken kredi kartlarına yükleniyoruz, yüklendikçe borç batağının içine iyice batıyoruz. Kapitalist düzenin içinde lükse ulaşmak için hesapsızca tüketerek ömrümüzün sonuna kadar borçlu olarak yaşıyoruz. Bir yandan değerlerimizi diğer yandan paramızı kaybediyoruz.
Benim hatırladığım ne kadar anlamlı mesajlar veren dizilerimiz ve filmlerimiz vardı. Aile bağlarından, aile içi dayanışmadan, saygıdan, sevgiden, sadakatten, zorluklarla hep birlikte mücadele etmekten bahseden diziler ve filmler. Lütfen bir düşünün Adile Naşit ve Münir Özkul’un birlikte oynadığı Neşeli Günler, Bizim Aile gibi filmleri, bu filmlerle bir karşılaştırın. Ya da Kemal Sunal’ın komedi gözüyle baktığımız toplumsal konulara değindiği ince mesajların bulunduğu güldürürken düşündüren filmleri hatırlayın. Ve şuan da nasıl bir beyin yıkama programının içinde olduğumuzun farkına varın. “Televizyon ekranının hangi tarafında olmak daha hoşuma gider?” sorusunu kendinize bir sorun.
KÖTÜ HABER HABERDİR.
Ana haber bültenlerimize, gazetelerimizin baş sayfalarına baktığımızda hep kötü, olumsuz ve suç odaklı haberlerden bahsedildiğini görüyoruz. Tartışma programları birbirini dinlemeyen, hakaret eden, bağırıp çağıran, gergin, stresli ve sorunlu insanlarla dolu. Olumsuz haberleri, bağırıp çağıran insanları izleye izleye bizlerinde aradığı izlemekten zevk duyduğu konular, gergin ve olumsuz konular olmaya başladı. Olumlu düşünemez hale geldik. Hiç mi güzel bir gelişme yaşanmıyor ülkemizde, hep üzüntü duyacağımız olaylar içinde miyiz? Mutlaka olumlu gelişmelerinde yaşandığı konular var ancak bunların haber değeri diğerleri gibi yüksek değil. Kötü haber daha çok prim yapıyor. Halkımız kötü habere alıştırıldığı için diğerleri hiç ilgimizi çekmiyor. Nerde bir tecavüz haberi, nerde bir cinayet haberi onları okuyoruz, okurken de hem acı çekiyor hem de isyan ediyoruz. Fakat yaşadığımız acının etkisi çok uzun olmuyor. Çünkü benzer başka bir haberi ertesi gün tekrar okuyoruz ve bir gün önce okuduğumuzu unutuyoruz.
Toplum olarak sorunlarımızı şiddetle, bağırarak çözmeye çalışan, gergin, stresli insanlara dönüştük. İzlediğimiz, okuduğumuz suç haberleri sayesinde her şeye ve herkese karşı güvensiz, saygısız, mutsuz ve duyarsız kişiler olduk.
Bence artık televizyonlarımızı öldürmenin zamanı geldi. Biliyorum hepimiz için vazgeçilmesi çok zor bir alışkanlık. Ancak vazgeçebiliriz. Başta günde bir saat, sonrada hafta bir tek akşam televizyonu kapatarak bu zehirden yavaş yavaş kurtulabiliriz. Tabi ki zaman zaman izlememiz de bir sakınca yok, ancak yapılan araştırmalara göre günümüzde bir hane halkı ortalama olarak hergün tam yedi saatini televizyon izleyerek geçiriyorsa bu bağımlılıktan kurtulmalıyız demek oluyor. Bir ay önce televizyonda ne izlediğinizi hatırlamaya çalışın. Sonra da, bir ay önce okudunuz kitabı düşünün. Hangisinin etkisi üzerinizde daha kalıcı oldu?
Gandi’nin “Dünyada görmeyi dilediğiniz değişikliği siz kendinizde gerçekleştirmelisiniz.” Sözlerini anımsamak bizleri saçma sapan gerilim haber ve filmlerinden daha çok motive edecektir. Denemekle kaybetmeyeceksiniz. Ben derim ki bu yazıyı okuduğunuzdan itibaren yavaş yavaş bu alışkanlığınızdan kurtulmayı deneyin. Böylelikle aile içi iletişiminiz güçlenecek, paylaşımlarınız artacak, birlikte geçireceğiniz çok keyifli saatleriniz olacak.