”Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi, kişiyi bir kez bile olsun yüksek sesle konuşmaktan ”Men” eder, ötekine karşı haykırma fırsatını çürütüp ”Yok” sayar. Bu durumun bedeli de kişiye yaşadığı hergün için kendi girdabında boğulmak olarak geri döner. İnsan, kendi benliğinin katili de olabiliyor. Bu durumu başarmak sanıldığı kadar kolay değil. Susmak, hep susmak hatta bunu kendine görev edinmek.
Peki ya, insan olabilmenin koşullarından biri de ötekine yapılan her türlü hezimeti yürekte hissetmek değil miydi ? Hak görülen hangi hezimet insanın kaderi olmalı ki ?
Hangimiz kendi görevlerinin sınırları içinde yeterince dirençli olabiliyoruz ?
“Yeter ki bana dokunmasın” derken, bulunduğumuz yerin yüksekte veya alçakta olmasının ne önemi var ki ?
Eni sonu insana kalan kişiliği ve onuru değil mi?
Peki ya daha nereye kadar bir sürüngen gibi beslenmeyi, bir yılan gibi yükselmeyi hüner sayacağız?
Unuttunuz mu?
Bencilce bireycilikle örülmüş küçücük dünyalar gün gelir yerle yeksan olur. Çok sert dediğiniz o kabuklar bir anda parçalanır ve çırılçıplak ortaya çıkar hüner saydığınız o ruhlar.
”Cesur bir kez, korkak bin kez ölür.”
O halde, cesurca korkmadan ötekinin de acısını duyarak çoğunluğa ulaşmak adına çıktığımız yollarda buluşalım.