İki tane Martin Luther biliyorum.
İkisi de konuşmanın, doğru bildiğini haykırmanın önemini vurgulayan en önemli örnekler.
Elbette başkaları da var.
Ama bunlar benim için dönüm noktası.
Sizin için başkaları da olabilir.
Ama önemli olan ana fikir!
Susmamak gerektiği…
Doğrular karşısında susanların da en az yalancılar kadar suçlu olduğu…
Almanların aydınlanmasının önündeki engeli kaldırmalarını sağlayan Martin Luther, kilisenin insanları kandırmasına karşı başkaldırmış, bundan dolayı büyük sorunlar yaşamıştı.
Çoğunluğun tahakkümü altında doğruları anlatmaya çalıştığı için yargılanıyor ve cezalandırılıyordu.
İdam edildiği mahkeme karşısında cenneti satarak halkı dolandıranlardan cehennemi tamamen almış ve oraya kimseyi sokmayacağını söylemişti.
Olayın ayrıntılarına girmeyeceğim ama insanların içindeki korkudan kurtulmalarını ve aydınlanmalarını sağlayan bu akıllıca hareket, sadece Almanlara değil tüm Avrupa’ya yeni bir ufuk açmıştı.
Sonunda doğrulara korkarak ulaşılamayacağını gören, cesurca gerçekleri haykırmak gerektiğini anlayan kıta, karanlıktan çıkarak medeniyetin beşiği oldu.
Bugün durum biraz değişse de hala tüm dünyanın ulaşmaya çalıştığı bir adalet sistemine sahip.
Her şeyin olduğu gibi bunun da sonunun olduğunu söyleyenler haklı ama bu başarının büyüklüğünü gölgelemez.
Bugün sürekli batıyı suçlayan ama ilk fırsatta kapağı oraya atmaya çalışan ikiyüzlü Ortadoğu toplumlarının ilk önce başarması gereken gerçeklerle yüzleşmek, doğruları kabul etmek olmalı…
Yiğidi öldürse de hakkını vermeyi becermeyen gerçeklerden uzak riyakar yaklaşımlar bunu anlamaya izin vermeyecektir.
Gelelim Diğer Martin Luther’e…
Martin Luther King’e…
“Sonunda düşmanlarımızın sözlerini değil dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız” diyor Martin Luther King.
1964 yılında Nobel Barış ödülü almasını sağlayan fikir ve hareketleriyle birçok sıkıntı yaşamış.
Ama şiddet ve ırkçılık karşıtı aktivitelerinden asla vazgeçmemiş.
Afrika kökenli bir Amerikalı olduğu için yaşadıklarını tahmin etmek zor değil.
Bunun yanına doğruları söylemeye çalışarak yanlışları düzeltmek için verdiği mücadeleyi ekleyince yukarıdaki sözü daha da anlamlı olmuyor mu?
Doğruları söylediğinizi bildikleri halde ortam baskısıyla ya da çıkarları için susanlara dost denir mi bilemiyorum!
Ama asıl güvendiklerimizin bizi yalnız bırakışını unutamayacağımız kesin elbette.
Hele de gerçekleri söylemeye çalışıyor, doğrular için mücadele ediyorsak…
Bu gibi insanların özellikle uğruna mücadele verdiği kitleler tarafından ötekileştirilmesi ve yalnız bırakılması doğru söyleyenin dokuz köyden kovulmasıyla ilgili.
Çünkü gerçeklerin yüzleştirdiği acıyı yaşamaktan ve gereğini yapmak için gösterilen gayretten kaçmak için sanal bir alemde yaşamak miskin ruhlar için daha cazip bir seçenek.
Peki bizim de sürünün dışına çıkan ve cesurca doğruları söyleyen düşünürlerimiz yok mu?
Elbette var!
Çok eskilere gitmeden ilk önce Atatürk’ten başlayalım.
En zor şartlarda dahi doğru bildiklerinden taviz vermeden, milletini enerjisini çağdaş normlarla birleştirmeyi başarmış bir liderden bahsediyoruz.
Binlerce kitap okumuş, kendini geliştirmiş, birikimini çevresine ve milletine sunmuş birinden…
Her önerisi hayretle ve mukavemetle karşılanmasına rağmen kabul ettirmesini bilmiş birinden…
Ülkesi için yalnızlığı kabul etmiş hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamamış birinden…
Tabi ki onun ilham kaynakları Namık Kemal ve Tevfik Fikret’i de unutmamak gerekir.
Yaşadıkları toplumun çok ilerisinde düşünebilen ve kalabalıklar içinde yalnız yaşayan bu insanlar gibi daha niceleri…
İnsanlığın yaptıklarından daha iyisini yapabilecek zeka ve yeteneğe sahip olduğuna inandıkları için kabukları kırmaya çalışan, gerçeklerin inanılanlardan farklı olabileceğini göstermek için uğraşan birçok değerli insan…
Anlamak ve değişmek istemeyen yığınlara rağmen onlara faydalı olmak için konuşacak ama susmayanlar geçmişte olduğu gibi bugün de hep azınlıkta kalacak.
Kesin bir yargı gibi görünebilir ama maalesef tarih böyle gösteriyor.