Bir deprem gerçeği daha..
Peki dünden bugüne ne değişti?
Ben söyleyeyim; aç gözlülüğümüz, doyumsuzluluğumuz, kendimize bir diğerine ihanetimiz çok değişti, zira giderek büyüdü çoğaldı.
”Kader” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştığımız şey ”ihmal” den başka bir şey değil.
Unutuyoruz..
O zaman hatırlayalım; son yıllarda yaşamış olduğumuz İzmir, Marmara, Van ve Elazığ depremleri..
Peki biz yalnızca depremin yarattığı enkazın altında kalarak mı öldük?
Soma faciasında yaşadığımız kaybın,
Aladağ Kız Öğrenci Yurdu yangınında yaşadığımız kaybın,
Pamukova tren kazasında yaşadığımız kaybın, depremlerde yaşadığımız kayıplardan bir farkı var mı?
O kadar çabuk unutuyoruz ki, felaketin en büyük olanı da bu..
Tepeden tırnağa pisliğin içindeyiz. Her anlamda..
Git gide boğuluyoruz farkında değiliz.
Toplumca o kadar çok günahı gömdük ki şimdi yerimizde duramıyoruz, saldırganlaşıyoruz, sürekli yok ediyoruz. içimizdeki kötü, o kötü bu kötü diye yok ediyoruz, çok kolay harcıyoruz. Çünkü insanlar arasındaki o teması keserseniz, birey yalnızlaşır, yabancılaşır, en tehlikelisi de insanın kendine yabancılaşmasıdır. Birini kötü ilan ederek kurtulamayız, topyekün kendimize gelmeliyiz ve sistemin de artık kendine gelmesi lazım.
”Sen seçtiklerinsin, istersen olur” diyerek tuzak kuran sistem yaratıcıları insanı insanlığı yalnızlaştırdı. Bizler seçtiklerimiz değiliz. Bir ötekinin hırslarına, doyumsuzluluğuna sınırlandırılmış durumdayız. Bunu görmek ve anlamak için daha ne kadar yanmalı canımız?
Kendimizle yüzleşmekten korkup kaçmak adına daha kaç ”günah keçisi” yaratacağız.
Suçlu mu dediniz?
Hepimiz.
Dumura uğramış algılarmız.
Her yıkımın ardından gelen ”samimiyet sınavında” ki başarısızlığımız.
Birbirimize yabancılaşmanın getirdiği çürümüşlüğümüz.
Hatırladık mı?..