12:55 - Sosyal Sorumluluk ödülü Akçansa’ya
00:36 - Başkan Balcıoğlu Halk TV’ye Konuştu
00:21 - “Sessizliğin bedeli hayattır”
00:24 - BAKIRKÖY KENT LOKANTASI AÇILDI
Yalnızca ağaçlar değil, simgesel düzenin çürümüş yüzeyi de alev almış durumda.
Yangın her yanı sarmış ama biz, sığlaşmış kültür dünyamızın koridorlarında yankılanan suçlamaların arasında kalmışız:
“Kim yaktı?”, “Kim söndürmedi?”
Zizek’e sorsak bize bu körlüğün ideolojik olduğunu söylerdi. Gerçekliğin kendisi değil, ona nasıl eriştiğimiz sansüre uğrar. Yangını göstermemek, yalnızca devletin başarısızlığını örtmek değil, aynı zamanda halkın gözünü, başka bir tarafa sabitlemek demektir: komplo, sabotaj, ihanet. Böylece halk, hakikatin kendisiyle değil, onun parodisiyle meşgul edilir.
Belki de bu yangını içimizde taşıyoruz.
Ekrana bakıyoruz ama göremiyoruz. Çünkü ekran yalnızca temsilin sahnesidir, yangınsa temsil edilemeyecek kadar hakiki. Lacan’ın deyimiyle: real olan, simgesel olanın sınırlarını delip geçmiştir. Ama biz hâlâ gösterenlerle oyalanıyoruz.
“Kim yaktı?” diye soruyoruz, çünkü “neden yandık?” sorusu çok daha yakıcı.
Konuşamıyoruz çünkü ortak bir simgesel düzlemimiz kalmamış.
Ormanlar yanarken, biz birbirimizin dumanına bakıyoruz.
Dört bir yanından ateşle çevrilen yalnızca bölgeler değil; içinde yaşadığımız simgesel düzen de duman duman çöküyor. Ağaçlar, kuşlar, serinlikler… Hepsi gidiyor. Ve biz bu yok oluşu, televizyondan seyredemiyoruz. Çünkü artık hakikati görmemize izin verilmiyor. Daha doğrusu, görmek istemeyen gözlere fazla gelmesin diye susturuluyor. Ama öyle özel bir nedeni yok ha! Sadece cahillik…
Yangın, bastırılmış olanın gözümüzün içine baka baka geri dönmesi. Bu gerçek, temsil edilemez. O yüzden biz de temsillere sığınıyoruz. “Kim yaktı?”, “Kim söndürmedi?” Bu sorular, asıl soruyu örtmek için varlar.
Oysa asıl mesele ne sabotaj ne ihmal.
Asıl mesele: iklim krizi.
Fosil yakıtların, kapitalist üretim ve tüketim zincirlerinin, ölçüsüz kâr hırsının dünyayı nasıl ateşe verdiği. Bu yangının nedeni karbon. Bu yangının nedeni biziz.
Ama bunu konuşamıyoruz. Çünkü kutuplaşma, düşünceyi yüzeyselleştirir. Çünkü cehalet, gerçekliğin karmaşıklığına dayanamaz. Çünkü bilgi yerine bağırış seçildi bu ülkede. Orman yanarken ekran kararıyorsa, bu yalnızca sansür değil; ortak düşünce alanımızın kurumuş toprağıdır.
İklim krizi artık bize haber bültenlerinde değil, ağaçların çığlığında konuşuyor.
Yangınlar spontan, kendiliğinden çıkıyor. Bilimsel veriler bunu gösteriyor. Ama biz, hâlâ fail arıyoruz. Çünkü birinin kötü niyetiyle yüzleşmek, sistemin bütününe bakmaktan daha kolay.
Ülke yanıyor!!!
Ve ülkenin yönetimine talip olanlar birbiriyle didişiyor.
Ülkenin düşünce iklimi bir bebeğin zihninden hallice: Güzelliklerin nedeni ben, kötülüklerin sebebi sensin!
Evel’Allah bu felaketten de cahilliğimizi koruyarak çıkacağız!